|
|
Avrupa'da Türkiye'yi savunmanın güçlüğü
1969 yılından beri milletvekiliyim. Bu süre içerisinde, Avrupa Konseyi üyeliğinde bulundum. Türk Delegasyonu Başkanlığı'nda Delegasyon Başkanlığı yaptım. Uzun süre Avrupa Konseyi Başkan Vekilliği'ne seçildim. Aradan geçen otuziki yıl içerisinde yaptığım çalışmalarda, en çok sıkıntı çektiğin konu nedir diye sorarlarsa; Avrupa Konseyi'nde ve uluslararası toplantılarda Türkiye'yi savunmak olmuştur, derim.. Bir milletvekilinin, yapması gereken birçok işler vardır: Vatandaşın dertlerine deva olmak; bölgenizin kalkınması için gerekeni yapmak vs. gibi... Bunlardan yapamadığım çok şeyler olmuştur. Ancak bunların hiçbiri, beni Türkiye'yi yurt dışında savunmak kadar zorlamamıştır. Bunu söylediğim zaman hepimizin hatırına belki şu sebep gelir. Türkiye'nin savunulacak bir yönü yoktur ki, bu iş kolay olsun. Ancak şunu söyliyeyim ki, normal şartlarda Türkiye'yi savunmak pek zor değildir. Ancak öyle özel durumlar vardır ki, kolay olanı dahi zor yaparsınız. Türkiye'deki ekonomik, siyasi ve antidemokratik koşullar, büyük ölçüde, savunma gücümüzü kısıtlamaktadır. Ancak, savunmada güçlük çekiyoruz dediğimiz sebepler sadece bunlarla sınırlı değildir. Bunlardan biri, medyamızın ve bazı devlet yetkililerimizin, Türkiye hakkında ileri geri ve sorumsuzca konuşmaları ve yazmalarıdır. Türk gazetelerini okuyan yabancılardan hiçbirisine, gazetelerde yazılanların abartılı olduğunu ve gerçeği yansıtmadığını anlatamazsınız. Televizyonlarımızın, konuları saptırdığını onlara anlatamazsınız. Eğer siz Türkiye'yi tanımayan bir kişi olsanız siz de, size muhatap olan bir yabancıdan başka türlü düşünemezsiniz. Siz aksini söylediğiniz anda karşınıza, Türkiye'nin yüksek tirajlı bir gazetesinin haber kupürünü çıkarırlar. Devlet televizyonu dahil, bir televizyon yayını ile sizi yalanlamaya kalkarlar. 1977-78 yıllarında, Paris'de Türkiye'deki insan hakları ve siyasi tutuklular üzerine yuvarlak masa toplantısı yapıldı. Orada Türkiye için ortaya atılan iddiaların doğru olmadığını, Türkiye'deki durumun iddia edildiğinden farklı olduğunu söylediğimiz zaman, Türkiye'yi itham eden örgüt mensupları karşımıza o gün ki Adalet Bakanı'nın bir beyanını getirdiler. Adalet Bakanımız basına yaptığı bir açıklamada; -Türkiye'de insan hakları, Uganda'dan daha kötü diyordu. Türk medyasından hiçbir yazar veya hiçbir yetkili, Adalet Bakanı'na çıkıp sormuyordu: -Türkiye'de insan hakları konusu hakikaten kötüdür. Ancak, insaf et, Uganda'dan da mı kötü... Zaten Avrupalı, Türkiye hakkında peşin hükümlü. Aleyhinde söylenen her şeyi kabul etmeye ve her şeye inanmaya hazır... Onu, nasıl yazılanların, söylenenlerin doğru olmadığına inandıracaksınız? Fakat bunlar da asıl güçlük değildir. Asıl güçlük, Türkiye'nin bazı gerçeklerini uluslararası kuruluşlarda ve hatta Türkiye dışında söyleyememekten gelmektedir. Herkesin bildiği bazı gerçekleri, söyleyemezsiniz. Sizi hemen, memleketi dışarıda jurnal etmekle, vatana ihanet etmekle suçlarlar. Çoğu zaman memleket içerisinde Türk demokrasisini tenkit eden konuşmalar yapabilirsiniz, makaleler yazabilirsiniz... Ancak bunlardan bir tanesini çıkıp, yurt dışında beyan edemezsiniz. Size kol kırılır yen içinde kalır derler, sizi suçlarlar ve hatta ceza verilmesi için suç duyurusunda bulunurlar. İşte Türkiye'nin dışarıda savunulmasının güçlüğü buradadır. Avrupa Konseyi'nde Türkiye'nin üç önemli döneminde Türkiye'yi savunmak zorunda kaldım: 12 Mart, askeri müdahalesi, 12 Eylül askeri idare dönemi ve 28 Şubat dönemi. Bu üç dönemde de Türkiye haksız saldırılara uğradı. Biz elimizden geldiğince bu saldırılara cevap vermeye çalıştık. Bu cevapları verirken, bazı gerçekleri inkar edemiyorduk. Biz sadece, ortaya atılan iddiaların, saldırıların, haksız olan yönlerini ortaya koyuyorduk. Ancak her defasında, aynı ithamla, aynı kafa ile karşılaştık: Türkiye'yi dışarıya jurnal ediyor... Türkiye'yi dışarıda küçük düşürüyor. 1972 yılında, Avrupa Konseyi üyesi senatör bir arkadaşımız, TBMM Senatosu'nda yaptığı bir konuşmasında, benim Avrupa Konseyi'nde yaptığım bir konuşmayı kastederek aynen şunları söylüyordu: -Size suç duyurusunda bulunuyorum. Avrupa Konseyi üyelerimizden birisi, Türkiye'yi Avrupa Konseyi'ne şikayet etmiştir. Gene 12 Eylül askeri müdahalesinden sonra, Türkiye'ye gelen heyetler Diyarbakır'a kadar gidip teröre karışan kimseleri ziyaret ediyorlardı. Fakat hapiste bulunan iki büyük partinin başkanı merhum Türkeş ile Sayın Erbakan'ı görmeye gitmiyorlardı. Üstelik, bu iki parti lideri ile birlikte hapiste bulunan Avrupa Konseyi'nin iki üyesi Temel Karamollaoğlu ile, Agah Oktay Güner'i ziyaret edip durumlarını sormuyorlardı... Ben, bu çifte standardı konuşmalarımda açıkça ortaya koyuyordum. Avrupa Konseyi'ndeki bazı temsilcilerimiz, bunu Ankara'ya, Milli Birlik Komitesi'ne şikayet ediyorlar. Kısaca söylemek gerekirse, Türkiye'yi savunurken gerçekleri, tam olarak söyleyemezsiniz. Sizin tek seçeneğiniz yapılan ithamları inkar etmektir. 1971 Muhtırası'ndan sonra Başbakan Nihat Erim bizi kabul ettiği zaman kendisinden bir şey istedik: Bize yalan bilgi verilmesin. Orada doğruları söyleyelim. Gene aynı şekilde 12 Eylül Muhtırası'nda Milli Güvenlik Konseyi, bizi konseyde görevlendirirken, kendilerinden bunu istedik: -Bizim orada vereceğimiz bilgiler doğru olsun... Ve istenen bilgiler çabuk verilsin... Nitekim bize hiçbir yalan bilgi verilmedi ve biz orada doğruları söyledik... Buna rağmen, memleketi yurt dışında jurnal ediyor ithamından kurtulamadık. Bütün bunlara rağmen övüneceğim bir husus vardır: Avrupa Konseyi üyelerinden birçoğu: -Seninle fikirlerimiz bazen uyuşmuyor. Fakat seni çok takdir ediyoruz... Sorulan suallere doğru cevaplar veriyorsun... demişlerdir... Bizden sadece bize karşı yapılan tenkitleri, yalandır... İftiradır... diye inkar etmemizi isteyen çevreler vardır. Bunlar bilsinler ki, Türkiye'nin hayrına hareket etmemektedirler. Türkiye'ye en büyük kötülüğü yapmaktadırlar.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |