T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

'Om Mani Padme Hum'

"Om Mani Padme Hum" diyen ve yazdığı şiirlerle yaşadığı çağı aşıp, masalların ve mistisizmin dünyasına sığınan Asaf Halet Çelebi'yi ölümünün 43. yıldönümünde rahmetle anıyoruz.

Şiirini duyguların ve hayallerinin de ötesinde masallarla ve mistizimle besleyen ve Türk şiirine farklı bir soluk getiren Asaf Halet Çelebi 43 yıl önce bugün aramızdan ayrıldı; hem de yarım asır önce yazdığı şiirlerle günümüz okuyucusunu ruhundan yakalamayı beceren 'tuhaf' bir şair gibi..

1940'lı yıllarda büyük yankılar uyandıran 'yeni şiir hareketi''nin öncüleri arasında yer alan 'orjinal' şahsiyetli Asaf Halet Çelebi'nin ölümünün ardından Haldun Taner'in kaleme aldığı bir yazı da bugünkü okuyucunun içinde uyandırdığı o tarifsiz duyguların onun bir yaşam biçimi olduğunu çok güzel ispatlıyor:

"Yakasına çiçek takıp kökünü mendil cebine yerleştirdiği küçük bir şişenin suyu ile beslemesi, kocaman bir gülsüz gezmeyen Oscar Wilde'in dandliğini anımsatıyordu. Asaf Halet, böylece, ciddiye alınmaktan çok, insanı bohem renkliliği ile gülümseten bir çağrışım oluyordu."

Derin ve mistik bir ruh

Hep bir hakikat arayıcısı olan Çelebi ile dostlukları bulunan Münevver Ayaşlı, Çelebi'nin ölümünden yıllar sonra kaleme aldığı bir yazıda şöyle der: "Büyük ve zarif şairimizin derin ve mistik bir ruhu vardı. Yalnız İslam tasavvufuna değil, bütün şark, Asya ve Uzak şark mistiğine derin bir vukufu vardı. Fransızcayı Galatasaray'dan, lakin Osmanlıcası ve Farsçası ve bütün kültür hazinesi, misli bulunmaz babası merhum ve mağfur Halet Çelebi Beyefendi'den geliyordu."

Çelebi'nin 'anlaşılmaz şiir'leri için bir yazı kaleme alan Ahmet Kabaklı ise Çelebi'nin şiirinin geç anlaşılan bir şiir olduğunu söyler. 1937 yılından sonra şiirleri yayınlanmaya başlayan Çelebi'nin Yeni Şiir'in gerçek öncüsü olduğunu ileri süren Kabaklı, "Zamanında Orhan Veli'den daha fazla yadırganmış ve anlaşılmamış olan bu şairi, bugün İkinci Yeni akımın iddia ve eserlerini görüp geçirdikten sonra daha iyi değerlendiriyoruz" der.

"Yeni şiirin gerçek öncüsü"

Yeniliğin sağlam ve köklü bir gelenekten doğabileceğine inanan Asaf Halet Çelebi, günümüzde 'sanatta eskimeyen şey'i çok iyi bilen nadir şairlerden biri olarak kabul görür.

Çelebi'nin yazı ve şiirleri üzerine bir çalışma yapan Mustafa Miyasoğlu ise, günümüzde şiirleriyle tanıdığımız Asaf Halet Çelebi'nin yaşadığı dönemde çok kişinin ilgisini çeken bir kültür adamı olduğunu söyler.

Gelenekten yararlanma, tasavvufa yönelme ve batı şiirini klasik şiirimizle birlikte ele almasıyla günümüzde de sürüp giden pek çok tartışmaya Çelebi'nin o yıllarda açıklık getirdiğini dile getiren Miyasoğlu şu önemli noktaya değinmeden edemez: "Çelebi'nin ölümünden bu yana bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, hala ciddi bir incelemeye konu olmaması, bazı antolojilerdeki şiirleri dışında imzasına hiç bir kitapta rastlanmaması, üzerinde durulacak ciddiyette bir tavrın tezahürüdür."

Biz de "Om mani Padme Hum" diyen ve yazdığı şiirlerle yaşadığı çağı aşıp, masalların ve mistizimin dünyasına sığınan hakkında yazılacak ve söylenecek çok şey olan Asaf Halet Çelebi'yi ölümünün 43. yıldönümünde rahmetle anıyoruz.

ASRINI ŞAŞIRMIŞ BİR DERVİŞ

Taner'e 'yolunu ve asrını şaşırmış bir dervişi' hatırlatan Çelebi, gerçekten de yaşadığı dönemin duygu ve düşünce kalıplarına bağlanmamış, hayatı da, sanatı da kendi çağının çok ötesinde ceyran etmiştir. Doğu ve Batı kültürlerini ve mistisizmi şiirlerine taşıyan Çelebi, o dönemde ülkede kol gezen Batı hayranlığına karşın yüzünü Doğunun mistisizmine ve İstanbul'un masalsı güzelliğine çevirmiştir. Bir yandan da Mevlevilik ve Mevlana ile ilgili çalışmalarını ve yazdığı şiirleri Fransızcaya çevrirerek tasavvufun Batı'ya açılmasına önayak olmuştur.

 
Geçmiş ve gelecek 'bugünde' buluştu

Müzmin bir yalnızın kaleminden
İnsanlardaki kederin dem vaktini şehirlere kim söyler? Elbette ki uyumsuz bir keder içindeki şairler. O, alacakaranlık bir ülkede doğduğunun bilincindeydi, Alacakaranlıktaki Ülkeíyi yazdı. Uyumsuz benliğini ve insanın kalbine kalbine işleyen yağmurlarla ıslandığı şehrini şiirle güzelleştirdi. Karamsarlığı yüzünden umutsuzlukla itham edildi. Oysa onun kusuru, sadece iyimser olmamasıydı. Umutluydu, ama kendine ve etrafına kahredecek, bununla yetinmeyip bir de kastedecek kadar sorgulayıcıydı. Bir ilkyaz günü şehrini terk edip Bostancı istasyonunda trenden indi. Hava soğuktu. Ankara'dan trene binerken küçük bir su şişesine hazırladığı votka-soda karışımı sıfırı tüketmişti. Onu karşılayan arkadaşını sımsıkı kucaklamıştı ve bir yerlere yağmur yağıyordu. Artık ne sılası vardı, ne de gurbeti. Bilin ki Akdenizíin kültür havzasının bir yanında Albert Camus yürüyorsa, öbür yanında Ahmet Erhan kulaç atıyordur. Ortadoğuínun serkeş dağlarının bir yamacından Halil Cibran iniyorsa, öbür yamacında Ahmet Erhan kuşlarla cıvıldaşıyordur. Ahmet Erhan, evrensel yalnızlığın şairi, hayatının kıyısındaki denemelerini Everest Yayınları'ndan çıkan "Ankara-İstanbul Karatreni" adıyla bir kitapta topladı . Everest Yayınları / 0 212 513 34 20
15 Ekim 2001
Pazartesi
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED