T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Fukuyama, The Economist, Tony Blair...

Cengiz Çandar, dünkü yazısında Francis Fukuyama'nın "İkiz Kuleler ve Müslümanlar" ilişkisini inceleyen satırlarını aktardıktan sonra şöyle diyordu: "Bu gözlemleri bütün Müslümanlar tartışmak, ortaya attığı soruları en başta kendi vicdanlarında cevaplamak zorundadır. Bu gözlemler ve bu sorular, kimliğimize, benliğimize, toplumlarımıza ayna tutuyor. Hepimizi 'psikanaliz'e tâbi tutuyor. Bu gözlemi gözardı edersek, cevaplardan kaçarsak; 21. Yüzyıl'ı kaçıracağız."

Fukuyama'nın gözlemi, Bin Ladin ve Taliban gibi "moderniteyi toptan reddeden" insanların Müslüman topluluk içindeki rolünün ve oranının ne durumda olduğu sorusuna cevap arıyor ve lafı fazla uzatmadan şu sonuca varıyordu: "Bu bakımdan, teröristlere sempati, Müslümanlar'ın 'küçük bir azınlığı' olmaktan çok öteye, Mısır gibi ülkelerin orta sınıflarından, Batı'daki (Müslüman) göçmen topluluklara geniş bir alana uzanan bir karakteristik ruh halidir." Yani özetle, Müslümanlar, "İkiz Kuleler"de yaşanan felaketi, "Amerika'nın başına hakettiğinin geldiği"nden hareketle, "sempati", "mutluluk" ve "tatmin duyguları" ile karşılaşmışlardır.

Fukuyama'nın yazısında üç beş laf daha var. Anlaşılan o ki, son gelişmeler, "Tarihin Sonu"nu ilan ederek "evrensel bir uzlaşıma varıldığı" tezini savunan Fukuyama'yı da Huntington'cu yapmış! Şimdi biz (inananlar ya da değil; ama "İslam dünyası"nda yaşayanlar), Çandar'ın uyarısına uyup Fukuyama'nın bize "ayna tutan" bu gözlemlerini tartışmalı, ortaya attığı soruları cevaplamalı ve nihayet "divan"a mı yatmalıyız, yoksa herşeyden önce bu gecikmiş Hayalci'ye şu basit soruyu mu yöneltmeliyiz: Bu kadar kısa sürede bu kadar kesin bir kanaate nasıl vardın?

İsterseniz, bu çerçevede bir de "ara tezyit" yapalım: Bir "kimlik"in (insan, toplum, vs.) çoook uzaklardan yöneltilen sorulara cevap arayarak kendisini tanıması ve geliştirmesi mümkün müdür? Her işi bitirdik de, Fukuyama'nın sorularını mı tartışacağız?

Çandar'ın dünkü yazısında, The Economist'in son sorusundan çevrilmiş şu satırları da okuyalım: "Mutedil Müslüman çoğunluğu bu görüşleri (11 Eylül katliamının meşru gösterilmesi) yüksek sesle takbih etmesi ve bunları savunan kişileri alenen reddetmesi şarttır. Aynı inançtan olan kardeşlere bağlılık duymanın böyle bir eleştiriden sakınmayı gerektirdiği anlayışı reddedilmelidir."

Ne yapalım? Yoksa The Economist'te yer alan bu "dışarıdan gazel"i de çok ciddiye alıp, kendimizi yine "divan"a mı atalım? Sizi bilmem ama ben şöyle düşünüyorum: Olup bitenler karşısında nasıl davranılması gerektiğini Müslümanlara çok bilmiş ve tabii buyurgan bir dille anlatmaya çalışan bu gözlemler hakikaten asab bozucu nitelikte!

Bu "dışarıdan gazel"lerin şahı ise, Hürriyet'in iki gün önce manşete taşıdığı Tony Blair imzalı yazıydı. Gazete bu yazıyı, İngiltere Başbakanı'nın Hürriyet'e özel kaleme aldığını bildiriyordu. Yazının anafikri, gazete tarafından manşete şöyle taşınmıştı: "Müslümanlar kendinize sorun/Afganistan'daki gibi bir rejimde yaşamak ister miydiniz?" Ve bu soruyu takiben, İslam'ın nasıl yüce ve "hoşgörülü" bir din olduğu; Avrupa "karanlık çağı" yaşarken, İslam dünyası nasıl "uygar"dı; Afgan halkının çektikleri karşısında nasıl aynı üzüntünün duyulduğu, vesaire...

İngiltere Başbakanı'nın Hürriyet tarafından manşete taşınan sorusu, "komik"ten de öte "gülünç" bir soru. "Müslümanlar, Afganistan'daki gibi bir rejimde yaşamak ister miydiniz?" Başbakan'ın aklıyla zoru mu vardır nedir; Müslümanlar "Afganistan'daki gibi bir rejimde" niçin yaşamak istesinler? Kendilerine niçin böyle bir soru yöneltilsin? Şimdi durduk yerde "Anglikanlar Engizisyon rejimi altında yaşamak ister miydiniz?" diye soran var mı?

Dikkat ederseniz, hep o "terbiye" edici, uyarıcı, buyurgan "başöğretmen" tavrı! Hep benzer sorular...

Şimdi eğer izin verirseniz, gayretleri hepten boşa çıkmasın diye, Fukuyama, The Economist, Tony Blair ve diğerlerinin sorularına sizin adınıza ben cevap vereyim. İşte cevabım:

Yaşadığımız bu memlekette, "sokaktaki Müslümanlar" arasında, 11 Eylül katliamını "sempati", "mutluluk" ve "tatmin duygusu" ile anan, Taliban ve Bin Ladin'den "model" olarak söz eden kimseyle karşılaşmadım. Ne yani, bu memlekette yaşayan birisi olarak benim sözüme mi, yoksa Fukuyama'nın sözüne mi inanacaksınız?

Dikkat ederseniz, "Sokaktaki Müslümanlar arasında" dedim. Yoksa açıktan olmasa da, olup bitene "sempatiyle bakar gibi" yapan yazar çizerler bu memlekette de eksik değil. Afganlı kadınlara burka ve peçesini "göznuru" ile işletenler olduğu gibi, "İkiz Kuleler"de ölenlere üzülmek için işinin başından aşkın olduğunu ileri sürenler de var...


15 Ekim 2001
Pazartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED