|
|
Kelle Vergisi geliyor (1) ve yeni bir Kurtaran aranıyor
Bir ülkenin gelişmişlik derecesini bazı göstergelerden öğrenmek mümkündür. Bu göstergelerden bir tanesi, o ülkenin vergi sistemi'dir. Ülkeler ilk olarak Kelle Vergisi denilen sayı başına alınan vergilerle başlamışlar, ekonomi ve teknoloji ilerledikçe, daha adil, daha yeni vergi sistemleri geliştirmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti de, kuruluş günlerinde baş vergisi veya maktu vergiler alarak başlamış daha sonra bu vergi sistemlerini geliştirerek Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi ve Katma Değer Vergisi gibi modern vergi sistemlerini uygulamaya koymuştur. Baş vergisi, insan veya hayvan başına alınan bir vergidir, diye tarif edilebilir. İşlem yapılan yani dilekçe, veya tapu vs. gibi alınan vergiler de, bir türlü baş vergisi'dir. Türk halkı baş vergisi'nin (kelle vergisi) uygulamasından çok çekmiştir. 1950 yılına kadar uygulanan Yol Vergisi ve Hayvan Vergisi, (Ağnam vergisi) bir dönemde, CHP iktidarıyla, Demokrat Parti muhalefeti arasında seçim malzemesi olarak kullanılan en önemli konuydu. Hafızalarımızı tazelemek için tekrarlayalım: Yol vergisi, vatandaştan kişi başına alınan beş liralık bir vergiydi. Bu vergiyi veremeyenler, yol inşaatlarında, taş kırmak ve bir ay süre ile ücretsiz çalışmak zorundaydılar. O zamanın hükümeti, nüfus çoğalmasını teşvik etmek için, beş çocuğu olandan bu vergiyi almazdı. Bu yüzden, aileler beşinci çocuklarının ismini Kurtaran koyarlardı. Bu gün Anadolu'nun birçok kasabasına gidip sokakta, Kurtaraaan... diye bağırın, bir çok pencereden uzanmış başlar görmeniz mümkündür. Bütün bunlar tarihte kalmış, aradan geçen elli sene zarfında, Türkiye büyük atılımlar gerçekleştirmiştir. Buna rağmen, ikinci bin yılın başlarında Türkiye vergi sistemini geliştirecek yerde, gene baş vergisi'ne yani kelle vergisi'ne dönüş yapmıştır. 1950 yıllarının ortasına kadar, Türk vatandaşları, her ne sebeple olursa olsun, resmi bir makama, dilekçe verdikleri zaman 15 kuruşluk damga pulu ve bir kuruşluk tayyare (uçak) pulu yapıştırmak zorunda idiler. Bu dilekçeler için istenen 1 kuruşluk tayyare pulu her yerde bulunamazdı. Bu yüzden çekilen sıkıntılardan bahsetmek istemiyorum. Ancak, dilekçeye pul yapıştırılması zorunluluğu, demokratik ölçüler yönünden savunulamazdı. Zira Anayasamıza göre -eski ve yeni dahil hepsi- dilekçe verme hakkını insan ve vatandaşlık haklarından birisi olarak kabul ediyordu. Vatandaşlardan, dilekçe başına pul istenmesi, demokratik bir hakkın ancak para ödenerek kullanılabilmesi manasına geliyordu. Nitekim bir süre sonra bu dilekçe vergisi, kaldırıldı. 1988 yılında yapılmak istenen vergi reformu tasarısında böyle bir vergi, yeniden alınmak istendi; ancak bu madde TBMM tarafından reddedildi. Bir zaman yurt dışına çıkan Türk vatandaşlarından 100 dolar Konut Fonu adı altında paralar alınıyordu. Oysa, seyahat hürriyeti Anayasal haklardandı. Alınan bu Konut Fonu parasının manası, vatandaşın anayasal bir hakkının para karşılığı kullandırılması idi. Konut Fonu da, uzun süre önce kaldırıldı. Ne gariptir ki, iki bin yılı'nın başında, yurt dışına çıkanlardan 50 dolar vergi alınmaya başlandı. Türkiye, yeni bin yılda vergi sistemini geliştirecek yerde, gene kelle vergisi sistemine geri dönüyordu. Oysa Anayasamız, yurt içi ve yurt dışı seyahat etme hakkını, insan hakları arasında sayıyordu. Buna rağmen yurt dışına gidenlerden alınanbu para, bir hürriyetin para karşılığı kullandırılmasından başka bir şey değildi. TBMM son Anayasa değişikliklerinde, Anayasamızın seyahat hürriyetini düzenleyen maddesini de değiştirerek, seyahat hürriyeti'nin ekonomik sebeplerle dahi kısıtlanamayacağı hükmüne açıklık getirmiştir. Bu yazımda, bu verginin uygulanmasındaki güçlükten bahsetmeyeceğim. Ayrıca bu verginin alınmasıyla sağlanacak paranın önemsizliğinden de bahsetmeyeceğim. Hatta yeni bin yılda, tekrar iptidai baş vergisi sistemine dönüşün, manasızlığından da bahsetmeyeceğim. Ancak, demokrat bir ülkede anayasayla teminat altına alınmış bir hakkın yani seyahat hürriyeti'nin, ancak, bir para karşılığı kullandırılmasının, demokrasi ile ne kadar bağdaştığına işaret etmek istiyorum. Dilerim ki, bu gariplik, hele bu Anayasa değişikliğinden sonra ortadan kaldırılır. Türkiye 1950 yılından önceki kafalarla idare ediliyor. Kelle vergisi yeni bütçemizle birlikte yeniden geliyor... Hürriyetlerimiz para karşılığı kullandırılıyor. Babalarımız, dedelerimiz, bu iptidai vergiden kurtulmak için bir Kurtaran beklerlerdi. Beşinci çocukları doğduğu zaman ona Kurtaran adını koyarlardı. Bugün de Türk milleti bir Kurtaran bekliyor ve ellerini açmış dua ediyor: Allahım... Bizi 1950 öncesinin köhne anlayışından kurtaracak bir Kurtaran gönder. Acaba böyle bir Kurtaran içimizde var mı? Yoksa onun doğumunu mu bekliyoruz?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |