T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye modeli

İslam dünyasında krizli bir ortam doğduğu her defasında "Türkiye modeli" üzerine güzellemeler yapılır. "Türkiye modeli iyidir, hoştur, çağı yakalamıştır vs... Onlar da böyle olsaydı..." türünden kıyaslamalar ve kendi kendimize moral dopingleri...

Türkiye'nin görece diğer İslam ülkelerinden belirli farkları bulunduğu doğrudur. Ama sistem planında ideal bir dengeyi yakaladığı, ekonomik olarak yeterli başarıyı gösterdiği, bilim ve teknoloji alanında çağdaş dünya ile rekabet edecek seviyede olduğu ifadesi de doğru mudur? Bu iddianın en azından tartışmalı bulunduğunu belirtmek gerekiyor.

"Türkiye modeli" denince ifade edilmek ve İslam dünyasından farkı vurgulanmak istenen şeyin "İslam'la ilişkiler" olduğu açıktır. Denmek istenen de "laiklik, demokrasi ve İslam'ın ahenkli bir buluşmasının Türkiye'yi diğer İslam ülkelerinden ayırdığı ve Türkiye'ye özgün karakterini verdiği" hususudur.

Şu hemen söylenebilir ki, eğer bu ilişki gerçekten ifade edildiği gibi "ahenkli" olsaydı, herhalde gerçekten özgün bir yapıdan söz etmek mümkün olurdu. Ama ne yazık ki Türkiye'de bu alanda "sancısız" bir denklem oluşturulduğunu söyleme imkanı yoktur. Türkiye'de sistem genel anlamda "sancılı"dır, ama sistemin "din"le ilişkili alanı daha da sancılıdır. Türkiye'de laiklik alanının sancılı olduğunu söylemek, aslında sistem bünyesinde "din" kurumunun yani toplumun en belirleyici kimlik değerinin sancısız bir statü kazanamadığını söylemek demektir. Yani başka İslam ülkelerinden en farklı olduğumuz alanda sancılıyız demektir. Laiklik alanı sancılı olunca, onunla göbek bağı bulunduğu ifade edilen demokrasi alanı da sancılı hale gelmektedir. Demokrasi alanı sancılı ise, özgürlüklerde problem var demektir. Özgürlükler alanı problemli ise, toplum kendini ifade noktasında sıkıntı çekiyor demektir, toplum kendini ifade noktasında sıkıntı çekiyorsa, devlet-toplum ilişkileri sorunlu demektir... Görüldüğü gibi birbirini doğuran bir sorunlar yumağı ile karşılaşılmaktadır.

Ne yazık ki bu Türkiye gerçeğidir. Türkiye, "İslam-Laiklik-Demokrasi" üçlüsünden ahenkli bir bütün oluşturabilme çabası içindedir, bu doğru. Ama bu "oluşturabilme" çabası safhasını henüz aşabilmiş değildir.

-Toplumun inanç, düşünce ve ifade özgürlüğü alanında derin problemler yaşadığı,

-Hakim yapının, "acaba sonu nereye gider" kaygısı içinde, toplumun dinle ilişkisini sürekli göz altında tutma çabası içinde bulunduğu,

-Bunun sonucu olarak, ülkenin sık sık olağanüstü şartlar içine itildiği, bir ülkede, özellikle bu alanın sancılardan arındırıldığını, hele bu vasatın "dünyaya örnek bir model" niteliğinde olduğu iddiası pek inandırıcı olamaz.

Çok kısa çizgiler sunalım Türkiye'den:

-Türkiye halen 28 Şubat ikliminden çıkmış değil. Bu, İslam'la ilgili alanın "devletin derin gözaltı"nda bulunduğu bir sürecin ifadesi. Ve 1000 (yazıyla bin) yıl süreceği bildirilen bir süreç bu. Demek ki İslam-laiklik-demokrasi alanı bin yıl olağanlaşmayacak bir nitelik arzediyor.

-Dünkü gazetelerde Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin kız öğrencilerinin okullarını bırakarak evlerine döndüğü haberi vardı. Öğrenciler, eğitimini yaptıkları Kur'an'ın kendilerine yüklediği bir görevi ifa edememe tıkanıklığı içinde tüm eğitim hayatlarından vazgeçmek zorunda kalmışlardı. Ankara İlahiyat geçen yıl özgür bıraktığı başörtüsüne bu yıl yasak koymuştu, Marmara İlahiyat'ta geçen yıl direnişler sonucu açılan güneş yeniden kapanmıştı, Boğaziçi'nin kapısına yasak gelmişti... İnsanlar "İslam kaynaklı bir görev"i ifa etmekle eğitim hakkını kaybetmek arasında en akıl almaz bir tercihle yüzyüze gelmişlerdi. Taliban'ın kadınlara yönelik uygulamasının bir başka boyutu yaşanıyordu ve Taliban modeli kötü, bizim model iyiydi!!!

-Siyasi hayat, İslam-Laiklik ilişkisindeki sancının etkisi altındaydı. Bu sebeple Türkiye'de halktan en çok oyu alan parti, üstelik iktidardayken kapatılma davası ile yüzyüze gelmiş, sonra kapatılmıştı. Onun ardından kurulan parti de kapatılmış, bu dar alandan kurtulmak isteğiyle, "değişim"i ana söylem haline getirmiş bir partiye ise "derin kuşatma" sürüyor, üstelik onun önüne "iktidara geçecek kadar oy alsan bile seni iktidar yapmazlar, çünkü senin genel başkanının eşi başı örtülü ve sen İHL mezunusun" tehdidi konuyor.

Birinci örnek kişisel özgürlükler, ikinci örnek, siyasal özgürlükler alanının ne kadar sancılı olduğunu ortaya koyuyor.

Bu durumda "laikliğin inanç özgürlüklerinin garantisi olduğu" iddiası da toplum nazarında tartışılır hale geliyor, "laikliğin demokrasinin olmazsa olmaz şartı olduğu" iddiası da.. Çünkü laiklik adına özgürlükler kısıtlanıyor, ve gene laiklik adına toplumun seçme gibi en demokratik hakkı net biçimde ambargo altına alınıyor. Hani İslam-Laiklik-Demokrasi'nin ahenkli denklemi?

Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü ile ilgili kararında ortaya koyduğu özgürlük çerçevesi "çoğunluk dinine bağlı insanların bazı davranışlarının başkaları üzerinde baskı oluşturabileceği" görüşünden hareket ediyor ve Müslümanlara yönelik "özgürlüklerin kısıtlanması" bu gerekçeye dayandırılıyordu. Bu, gerçekten vahim bir yaklaşımdı ve bu yaklaşımdan hareket ederek yok edilmeyecek bir özgürlük olamazdı. Ezan ve camiler bile bir baskı simgesi gibi algılanabilirdi. O zaman işin ucu nereye varacaktı?

"İslam-Laiklik-Demokrasi" denklemini sistemin çatısı olarak gören Türkiye modeli İslam'a en geniş özgürlük imkanı veren, bununla birlikte başka inanç mensuplarının özgürlük daralması yaşamadığı ve toplum değerlerinin sisteme en geniş biçimde yansıdığı bir çerçeve oluşturabilseydi o zaman gerçekten de özgün bir yapı anlamına gelirdi. Ve o zaman, tüm İslam dünyasının dikkatini çekerdi. Ama şimdi İslam dünyasından bakıldığında "Müslümanların özgürlük problemi yaşadığı bir ülke" gibi görülüyorsa Türkiye, o zaman nasıl bir örneklik söz konusu olacaktır? İnsanlar "Sizde halk farklı, yönetim farklı" diyorlarsa nasıl bir "ihraç malı kalitesinde örnek sistem"den söz edilebilecektir?

Türkiye bugün Mısır, Cezayir, Tunus gibi sorunlu ülkelerle kıyas ediliyor. İlginçtir, bir çok Batı ülkesi "inanç özgürlükleri" açısından Türkiye'ye tercih ediliyor ve Türkiye Batı'nın özgürlüklerin genişlemesi talebine "Bizim şartlarımız farklı" diye cevap veriyor. Yani İslam ülkelerine dönerek seslendirdiğimiz "örnek ülke" söyleminin, Batı ile kıyaslandığında bile yaldızı dökülüyor. Yani garip olan şu ki, bir İslam ülkesinin insanları, zaman zaman kendilerini Hristiyan ülkelerindeki kadar özgürlüklerden yararlanıyor hissedemiyorlar.

Evet, Afganistan'da yaşamak istemezdim, Türkiye'mi seviyorum, ama sistemle de derin problemlerim var. Türkiye insanlarının çoğu gibi...


15 Ekim 2001
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED