|
|
'Rakı' ve 'peçe' üzerine
İçişleri bakanı tarafından "Dâvetlerde rakı içmediği" gerekçesiyle merkeze alındığını öğrenen bir emniyet müdürünün ne tepki verdiğini duydunuz mu? İli terketmeden önce bir dâvete katılmış emniyet müdürü ve "Devlet protokolüne uygun hareket edelim" diyerek rakı kadehini herkesin görebileceği biçimde kaldırmış... Peki ya, turizm bakanı tarafından adı "Dinci kesime yakın"a çıkarılan vali ne yapsın? "Dinci kesimi korusam, ilk tepki, genel başkanı görev yaptığım ilin hemşehrisi olan Atatürkçü Düşünce Derneği'nden gelirdi" demiş o da... Rakıyı devlet protokolünün bir unsuru, "Dansöz yüzündeki peçeyi çıkartarak oynasın" sözünü 'dincilik' olarak gören bakanların ikisi de ANAP'lı ve o partinin çoklu yapısı içerisinde 'sağcı-milliyetçi' diye tanımlanabilecek konumdalar. Bakanlara, devletin bürokratları hakkında böyle konuşma fikrini, o konumları yüzünden kendilerinin de "Dinci" olarak yaftalanma endişesi vermiş bile olabilir. Geçenlerde, bir gazete, aynı partinin önemli bir yöneticisinin, hakkındaki "Gizli dinci" ithamını perdelemek için, katıldığı dâvetlerde rakı kadehini en yükseğe kaldıran kişi olduğunu yazmıştı. Türkiye'de kamu görevlisi Cumhuriyet'in kuruluşundan beri 'ideolojik ajan' olarak biliniyor. Vali ve emniyet müdürlerinin yasalarda belirlenmiş en önemli görevi "Cumhuriyet ideolojisinin koruyucusu olmak" diye özetlenebilir. Cumhuriyet'in ilk döneminde, düzenlenen balolara eşleriyle katılmayan kamu görevlileri koltuklarını kaybederlerdi. O dönemde, Samsun'da baloya yanında eşi olmaksızın katılan belediye başkanı, itiraza, "Beni halk seçti" cevabını verdiğinde görevden alınmıştı. Devlet törenlerine mutlaka eşli katılmayı şart koşan devlet kurumları bugün de var. Dâvetlerde 'rakı' içmeyen de, yine aynı çevrelerce, hoş görülmüyor. Şimdilerde milletvekili olarak siyasi hayatın içinde bulunan eski bir TOBB başkanı da, uzun yıllar önce, dâvetlerde rakı içmediğine bakılarak, "Atatürkçü değil" damgasını yemişti. En az on yıl önceye ait bu olayı hatırlamamın sebebi, Türkiye'nin en büyük özel sektör kuruluşunun başkanıyla ilgili bu yöndeki olumsuz yayınlar üzerine, şimdikine benzer bir yazı yazmış olmam. Başka ülkelerde her koltuğa 'üstleneceği görevin niteliğine uygun kişi' aranırken, bizde her koltuğa 'aynı nitelikte insan' arandığı tespitinde bulunmuştum o yazıda. Tespitim, şimdi daha fazla geçerli. Burada bir uyarım olacak: Her durumda konumunu korumayı beceren çok satan bir gazete yöneticisi, bu bayram kendisiyle yaptırdığı röportajda, "Ben rakı sevmem, şaraptan başka içkiye bakmam" dediği için kendisini topun ağzında bulabilir. Bizde, belli konumları işgal eden kişilerin, ara sıra da olsa, burnunu tutarak da içse 'rakı' ile ünsiyetini belli etmesi şarttır çünkü. Hadi, içmiyor diyelim, ancak "Rakıyı sevmiyorum" demesi kolay affedilecek bir 'suç' değildir ve Aristo mantığı ile işgal ettiği koltuğa liyakati sorgulanabilir... Yılbaşı gecesi yabancı ülkelerin de izleyeceği bir televizyon programında sahneye çıkacak olan dansözlerin yüzlerine peçe takmalarıyla ilgili tereddüdünü, "Acaba imajımız zedelenir mi?" sorusuyla yukarıya ileten vali, bakandan gelen "Dincilere yakın" tepkisinden şaşkınlığa düşmesin de ne yapsın? Vali, devletçi reflekslerle, dansöz oynatmaya değil 'peçe' takmaya itiraz ediyor, dansözün yüzünde de olsa 'peçe'ye... Çıplak olmayan kadında 'mahzurlu' bulunan 'peçe', eğer dansöz tarafından takılıyorsa 'mahzurlu' bulunmuyor; ancak bu ince farkı herkes nereden bilsin? Zihinleri meşgul eden "Türkiye bugünlere nasıl geldi, içine düştüğü durumdan nasıl kurtulabilir?" sorularına, valiler ile bakanların birer tarafında bulunduğu 'rakı' ve 'peçe' odaklı son tartışma üzerinde düşünerek cevap vermek o kadar zor değil. Zor değil de, AB üyesi olmaya hazırlanan bir ülkede, 'cevap' diye sunacağımız cümleler yabancılar tarafından 'aleyhte delil olarak' kullanılabilir endişesini ne yapacağız? Bir sorum daha var: Acaba gelecek nesillerde durum değişecek mi?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |