YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Dizi

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

 

 

Gülen'den Çevik Bir'e mektup

Gülen'i ve okullarını önce destekleyenler, 28 Şubat sonrasında değişti..

Fethullah Gülen, çok kısa süre içinde Türk medyasında "en çok övülen" ve "en çok yerilen" isim olmak ünvanını, herhalde uzun yıllar elinden bırakmayacak..

1995'ten başlayarak yoğun bir halkla ilişkiler kampanyası ile kamuoyuna açılan ve video-bantları ile de, kamuoyunda yoğun biçimde 1998'den itibaren medyatik linçlere hedef olan Fethullah Gülen, şimdi devleti ele geçirmek için örgüt kurmak iddiası ile yargılanıyor.

Türk siyaset ve toplum hayatını derinine etkileyen "28 Şubat süreci", Gülen'in kamuoyundaki konumunu en derinine etkileyen itici-güç biçiminde görünüyor.

Gülen de bunun bilincinde olmalı ki, kendisine karşı yıpratma ve suçlama kampanyalarının açılması ile, "devlet"e karşı bağlılığını ve "ordu"ya karşı duyduğu sevgiyi vurgulayan mesajlarını yoğunlaştırdı..

1997'yi 1998'e bağlayan yılbaşında, o dönemin en çok sesi duyulan generali olan Çevik Bir'e gönderdiği mektup-mesaj, bu çabalarının bir kanıtıdır.

ÇEVİK BİR'E MEKTUP...

Gülen'in, Orgeneral Çevik Bir'e gönderdiği mektubu aynen verelim:

-Genel Kurmayımız'ın çok değerli İkinci Başkanı

Sayın Komutanım

Son günlerde medyamızda yeniden gündeme gelen ve yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullarla ilgili olarak, şu birkaç satırla huzurlarınızı işgal edeceğim için yüksek af ve hoşgörünüze sığınıyorum.

"Yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullar" ifadesini kullandım. Bir defa, bizzat Atatürk gibi, bir enkazın üzerinde büyük bir devlet kurmuş askerî, siyasî ve idarî bir dâhî bile, "Benim nâçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhûriyeti, ilelebed pâyidâr kalacaktır" derken, vatan, millet ve ülkeye hizmet aşkı tıpkı İstiklâl Harbimiz yıllarında olduğu gibi şahlanan insanımızın ortaya koyduğu bir hizmetin, benim gibi, ne askerî, ne idarî, ne siyasî hiçbir dehası bulunmayan ve "nâçiz vücudu toprak olup gidecek" aciz bir insana mal edilmesi, o insanların hizmet, aşk ve şevklerinin ve gayretlerinin mahsûlünü gasp etmek manâsına geleceği için, "yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullar" dedim. Mutlaka mâlum-u âlîleriniz olduğu, âcizâne her zeminde fedalarca tekrarladığım ve bizzat okulları yapan ve işletenlerin de itiraf edecekleri üzere, bu okullarla alâkam, sadece bir teşvik, bir çağrı ve bazılarının yanlışlıkla hakkımda taşıdıkları hüsn-ü zannı ülkeme ve devletime hizmet adına bir kredi kartı gibi kullanmaktan ibarettir.

Değerli Komutanım. Kahraman ordumuzun şerefli bir mensubu ve en yüksek rütbede bir komutanı olarak takdir buyuracağınız üzere, bilhassa Kars, Erzurum, Ardahan gibi serhat şehirleri sık sık düşman işgaline uğradığı için, bu şehirler halkında milliyetçilik duyguları çok ileridir. Birinci Dünya Harbi'nden çıkmış, Kurtuluş Savaşı'nı vermiş bir ülkede, İkinci Dünya Harbi'nin hemen arkasında Sovyetler Birliği tarafından tehdit altında tutulan bir doğu vilâyetimizde çocukluğu geçmiş ve büyük acılar içinde büyümüş bir insan olarak, çocukluğumdan beri içimde uyanan milliyetçilik ve ülkeme hizmet duygularımı, resmî bir Diyanet görevlisi olarak görev yaptığım hemen her yerde ve cami kürsülerinde dile getirmeğe çalıştım. Fırsat bulduğum her defasında, insanımızın ruhunda taşıdığı kabiliyetleri, vatan ve millet sevgisini ateşlemeğe ve onları, dünyada, hattâ Ahiret'te bile hiçbir karşılık beklemeden devletimize ve milletimize hizmete davet ettim. Batı, Rönesansını ilme ve sanata açılarak yaptığı ve dünya devletleri arasında geri planda kalışımızın en büyük üç sebebi cehalet, fakirlik ve tefrika olduğu için, cemaati her defasında çocuklarını okutmaya, bilhassa müsbet ilimlerle zihinlerini aydınlatıp, bağnazlıktan ve hurafelerden kurtulmaya, çalışıp kazanmaya ve devletimize ve kanunlara bağlılık içinde iç bütünlüğümüzü korumaya çağırdım.

Bu şekilde teşvik ettiğim insanlardan bazıları, devletimiz özel okullar açılmasına izin verince, değişik yerlerde bir araya gelip, birbirleriyle yarış içinde malûm-u âlîleriniz olan okulları kurdular. Verdikleri eğitim ve gerçekleştirdikleri başarılarla kendilerini Türkiye'mizde ispat eden bu okulların benzerlerini, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkî Cumhuriyetlerde ve ardından, küçülen bir dünyada, ülkemizin önünü açmak ve dünyanın her tarafında ülkemiz adına lobiler oluşturmak, her yerde Türkiye dostluğunu mayalamak için gidebildikleri her yerde açmaya çalıştılar.

Tamamen Türk eğitim sistemine bağlı olarak faaliyet gösteren bu okullarda eğer, Türkiye Cumhuriyeti'nin lâik, bağımsız ve sosyal bir hukuk devleti özelliğinin aksine bir faaliyet varsa, devletimizden önce ben, bu okulların açılmasını teşvik etmiş biri olarak kapatılmalarını teşvik ederim. Eğer, bazılarının iddia ettiği gibi, bu okullarda herhangi bir dış ülkeden veya ülkemize düşman kuruluşlardan alınmış tek kuruşluk destek varsa, zaten hastalıklarla sonuna gelmiş hayatımı bizzat kendi ellerimle noktalarım. Bununla birlikte, devletimiz, zaten kendisinin olan bu okulları dilediği zaman devralabilir. Kaldı ki, bu okullar zaten devletimizin olduğu için, böyle bir devirden söz etmek bile abestir. Türkiye Cumhuriyeti'ni koruma ve kollama vazifesini deruhte etmiş şanlı ve kahraman ordumuzun seçkin ve şerefli bir mensubu ve Genel Kurmayımız'ın İkinci Başkanı olarak, ne zaman, nerede ve ne şekilde arzu buyurursanız bu okulları şereflendirebilir ve her türlü teftişi yapabilirsiniz.

Böyle bir mektupla kıymetli vakitlerinizi işgal etme sû-i edebinde bulunduğum için tekrar özür diler, yeni yılda sıhhat ve afiyet dileklerimle birlikte, en derin saygılarımın kabûlünü arzederim efendim. Fethullah GÜLEN

RAHATLATAN MESAJ..

Aynı dönemde, "Hürriyet"te yayınlanan ve "Moskova" mahreci ile verilen Ferai Tınç imzalı bir köşe-yazısında, "Fethullahçıları Rahatlatan Mesaj" başlığı altında şunlar anlatılıyor:

KAPISINDA "Television Room" yazılı odaya girmeden önce, ayakkabılarımızı çıkartıp bize verilen terlikleri giyiyoruz. Fethullah Hoca'yı ilk kez gördüğüm Altunizade'deki FEM Dersanesi'nin beşinci katındaki gibi.

Leninski Prospekt'te 32 öğrencinin eğitim gördüğü Rus-Türk okulundayız.

Önce öğretmenler, idareciler ve İstanbul'dan bizimle gelen ev sahiplerinden bilgi alıyoruz.

Gazeteci ve öğretim üyelerinden oluşan grubumuzda emekli bir hava kuvvetleri komutanının bulunması, tartışmaları daha da ilginçleştiriyor.

Emekli de olsa bir paşanın, yıllardan beri devam eden okul ziyaretlerine katılması ilk kez görülüyor.

En çok merak edilen konu, değirmenin suyu.

Bu okullar nasıl finanse ediliyor?

"Fethullah Hoca'nın çevresindeki işadamları tarafından."

Aralarında büyük işadamları da var. Ama tek tek. Esnaf ve tüccar ağırlıkta.

Bu okulların iki işlevi olduğunu anlıyorum.

Birincisi, esnaf ve orta seviyedeki tüccar, bu okullar sayesinde etki alanına sahip bir cemaat şemsiyesi ve dayanışması altında yeni pazarlara açılma fırsatı yakalıyor. İkincisi, bireyselliğin ve yırtıcı rekabet ortamının insanı mahkûm ettiği yalnızlığa karşı, özellikle Anadolulu gençler "Türk bayrağını dalgalandırma", "Topluma sevgi aşılama" misyonu etrafında cemaatin kanatları altına toplanıyor. Ekip ruhu içinde başarı ön plana çıkıyor.

* * *

Sorularımıza verilen yanıtlarda, Fethullahçıların okullar aracılığıyla Türk bayrağını dalgalandırma misyonunda devletin desteğini de aldığını öğreniyoruz.

"Bunlar yapılırken Türkiye Devleti ile çok sıkı işbirliği içindeyiz" diyor ev sahiplerimiz.

Peki, o zaman neden son Güvenlik Kurulu toplantısında Fethullah'ın okulları masaya yatırılıyor?

İşte burada şimdiye kadar bilmediğimiz bir iddia ortaya atılıyor:

Fethullah Hoca adına bir grup, bir süre önce Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir'e gidiyor ve okullarla ilgili bilgi veriyorlar.

Orgeneral Bir onları dinledikten sonra, "Biz diyalogsuzluğun kurbanı olmuşuz" diyor.

İddiaya göre, Genelkurmay'ın oluşturacağı bir heyet, yakında bu okullara inceleme ziyaretlerinde bulunacak.

Genelkurmay kaynaklı bu mesaj, Türkiye dışındaki 200 okulda görev yapan beş bin öğretmeni ve okulları finanse eden işadamlarını rahatlatmışa benziyor.

* * *

Moskova'daki okulun 32 öğrencisi var. Bir Türk dışında diğerleri Rus öğrenciler.

Okulda fen dersleri, İngilizce, Sosyal Bilgiler, Rusça öğretiliyor. Haftada altı saat Türkçe dersi var.

Moskova Belediyesi Eğitim Komisyonu ile birlikte yönetilen okula, belediye 3,5 milyon dolarlık bir arazi bağışlamış. Türk işadamlarının inşa edecekleri yeni okullarda Türk-Rus okulu öğrenci sayısını artıracak.

Kendilerini bizlere Türkçe tanıtan öğrenciler, anne ve babalarının mesleklerini de açıklıyorlar...

Ve velilerden bir kısmının aynı meslekten olduğu ortaya çıkıyor.

Rus ordusunda subay.

Bütün bu bilgi, belge ve yorumlardan çıkan bir gerçek var.. Her konuda olduğu gibi, "Fethullah Gülen Olayı"nda da, kamuoyu şekillendiriliyor.. Bu şekillendirmenin, hangi merkezlerden yapıldığı ise, değişken bilgilere dayanıyor...

24 Haziran 1999'da "Yeni Şafak"taki yazısında, Nazlı Ilıcak bu konuyu irdeliyor.. Yazının başlığı, "Gülen, B.Ç.G. ve Aydınlık"

AYDINLIK VE GÜLEN

Yazıyı birlikte okuyalım:

Fethullah Gülen'e yönelik saldırılar sona ermiyor. Laikliğin kalesi gibi görülen Başbakan Ecevit bile, bu hücumlardan nasibini aldı. Ecevit, öfkeden sesi titreyerek kendini müdafaa ederken, Merve Kavakçı olayına atıf yaptı ve "Daha kısa bir süre önce, laiklik ilkesine ne kadar bağlı olduğumu ispat etmedim mi?" diye sordu.

Hukuk devleti ilkesini bir kere çiğnediniz mi, başkalarına da bu yolu açmış olursunuz.

Kimine göre başörtüsü, kimine göre Fethullah Gülen, laiklik karşıtı bir sembol.

Esas itibariyle her iki iddia da, yasal zemine oturmuyor. Şahsi kanaatle tehdit değerlendirilmesi yapıldığı takdirde, bir başkası da, sempati duyduğunuz bir dini lider vasıtasıyla sizi hırpalamaya çalışır.

Bu yüzden, hukuk devleti, demokrasi, insan hakları, bireysel özgürlük, din ve vicdan hürriyeti diyoruz. Bu yüzden üniversite kapılarındaki "ikna odalarına" karşı çıkıyoruz.

Gazetelere yansıdı. Meğer, geçtiğimiz yıl, Çevik Bir, o tarihte Başbakan Yardımcısı olan Bülent Ecevit'i ikna etmeye çalışmış fakat, onun fikrini çelememiş. Fethullah Gülen hakkında belge ve bilgi toplama gayreti, işte o günden sonra hız kazanmış.

Üniversite kapılarında ikna odalarına göz yumulursa, birileri de siyasetçileri ikna etmeğe çalışır. "İkna edemezse" kasetli senaryolarla "Silahsız kuvvetleri" (basını) onların üzerine salıverir.

Fethullah Gülen'in laik cumhuriyete karşı bir tehdit olduğu 28 Şubat'tan beri söyleniyor. Hatta meşhur 28 Şubat kararları içinde, vakıf okullarının devri meselesi de yer almıştı. Ama, özel mülkiyete aykırı olacağı ve hukukla bağdaşmayacağı için, o konuya el atılmadı.

Bugünkü gelişmelerin işaretlerini, Doğu Perinçek'in Aydınlık dergisinden de alıyorduk:

Aydınlık 1 Şubat 1998: Nur tarikatı tasfiye edilecek. Fethullahçılar 8 ayda bitirilecek.

Aydınlık 6 Eylül 1998: Genelkurmay'ın yeni dönem hedefi, Fethullah'ı bitirmek. Genelkurmay kaynakları: "İrtica yeni dönemde, PKK'dan daha perişan duruma düşecek. Fırtına gibi operasyonlar, arka arkaya gelecek."

Harekât planında Fethullah Gülen'i tutuklamayı gerektiren suçlardan yargılanması da var. Harekât başladı. Sonuçları kısa sürede kamuoyuna yansıyacak.

Aydınlık 10 Ocak 1999: Devlete sunulan rapor: Emniyet Genel Müdürlüğü Personel Dairesi'nin % 95'i Fethullah cemaatine mensup. Örgütlenme, amirler ve polis memurları olarak iki koldan yürüyor. 28 Şubat'tan sonra "parola" sistemi değiştirildi.

AYDINLIK'TAN İÇİŞLERİNE..

İşin ilginç tarafı bu rapordan bir adet de, İşçi Partisi yetkililerine ulaştırılıyor. İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Hasan Yalçın, "Fethullah Hoca Cemaati ve Emniyet Teşkilatı" başlıklı 10 sayfalık bu belgeyi İçişleri Bakanlığı'na sunuyor.

Rapor Aydınlık'ta yayınlanır yayınlanmaz, Batı Çalışma Grubu –ki biz bu hukuk dışı yapılanmanın lağvedildiğini sanıyorduk– Başbakanlık Takip Kurulu'na yazı yazarak, Polis'teki Fethullahçı yapılanmanın izlenmesini istiyor.

Görüldüğü gibi, devlet içinde Hafiye Teşkilatı şeklinde bir örgütlenme var.

Aydınlık dergisine, bir yerlerden (!) bir rapor geliyor. Büyük ihtimalle kaynak Batı Çalışma Grubu. Sonra Batı Çalışma Grubu, Aydınlık'ta yayınlanan bu raporu, ihbar kabul ederek, Başbakanlık Takip Kurulu'nu uyarıyor. Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, bu işle görevlendiriliyor. Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın telefonlarını dinliyor. İş meydana çıkınca, (Telefon dinleme haberi bir yerlerden sızdırılarak Hürriyet'te yayınlandı) Saral, Fethullahçılar'ı izlerken Demirel ve Ecevit'in telefonlarına ulaştığını ileri sürüyor. Ve "irtica konusunda hassas yerlere" sürekli bilgi aktardığını beyan ediyor. Böylece askerle temas halinde bulunduğunu ihsas ediyor.

At izi, it izine karışmış durumda. Ast-üst ilişkileri bozulmuş. Anlaşılıyor ki, Fethullah Gülen operasyonu, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın malûmatı dışında cereyan etti. Kaldı ki, Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün daha sonra açıklanan raporunda, telefon dinleyerek elde edilen bir bilgi de göze çarpmıyor.

Sadece Fethullah Gülen'in kitabından alıntılar ve Gülen'in düşüncelerinin yorumları rapor diye kamuoyuna yansıdı.

Fethullah Gülen'e karşı yürütülen kampanya tam bir cadı avı.

Son cadı, Hollanda'da 1610'da, İngiltere'de 1684'te, Amerika'da 1692'de, Almanya'da 1775'te yakıldı.

Bizde ise bu süreç, hâlâ devam ediyor.

Türkiye'de insanların zihinlerini ve kavramları karıştıran merkezlerin yarattığı ortama ilişkin sorular, hiç bitmeyecek gibi..

"Gülen Sendromu"nu kaleme aldığımız günlerde, gazete arşivlerini karıştırırken, bu tür sorularla hep karşılaştık.

10 Ağustos 2000 tarihinde "Hürriyet"te yayınlanan, Enis Berberoğlu'nun "Demokrasi Kişi Değil Kurumdur" başlıklı yazısı da, bu sorularla doluydu..

GÜLEN DESTEKLENMEDİ Mİ?

İşte Berberoğlu'nun yazısı:

BAŞKENTTE yeni ve bıkkınlık getirecek siyasi krizin ayak sesleri duyuluyor sanki... Koalisyon ortağı partilerin liderleri acil olarak toplanıyor, medya mütefekkirleri memur kararnamesini geri çeviren Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i oyunbozan ilan ediyor...

Ama her nedense siyaseten işin sonunu düşünmeyen hükümet yerine hukuka uygun karar veren Cumhurbaşkanı'nın hedef seçilmesi kimseyi şaşırtmıyor...

Çünkü bu ülkede ne yazık ki her meseleye hukuk yerine siyasi fayda ekseninden yaklaşma alışkanlığı hâkim.

Daha açıkçası hukuk siyasi hasmı koruyorsa kötü, tasfiyesine cevaz veriyorsa iyi gibi bir kuş mantığı geçerli...

* * *

Kurumlar yerine kişilerle uğraşma merakı sadece cumhurbaşkanı ile sınırlı kalmıyor... 28 Şubat'ın iki ünlü ismi Tümgeneral Erol Özkasnak ile Fethullah Gülen'in aynı anda gündeme gelmesi sadece tarih veya talihin cilvesi mi sayılmalı, bilemeyiz...

Kokusu Cumhurbaşkanı tarafından geri çevrilen memur kararnamesine de sinen 28 Şubat süreciyle ilgili rivayet muhtelif ama sanırız şu basit tespite pek itiraz eden çıkmaz...

Refahyol hükümetine, sırasıyla:

1) Avrupa ile entegrasyonu hedefleyen iş dünyası ve demokrat kamuoyu,

2) Necmettin Erbakan'a başbakan/komutan demeyi içine sindiremeyen Silahlı Kuvvetler,

3) Refah Partisi'ni uzun vadeli plan/çıkarları açısından tehdit sayan bazı İslami hareketler muhalefet etti...

Aradan geçen üç yılın bilançosu kabaca çıkarıldığında...

Avrupa ve demokrasi hedeflerinde küçümsenemeyecek yol alındı. Helsinki'den sonra hiçbir şey eskisi gibi kalamadı. 28 Şubat'ın mağrur partileri son seçimden mağdur çıktı. Ama diğer iki cephede işler biraz karıştı...

28 Şubat'ın sembol isimlerinden Orgeneral Çevik Bir'in ardından Tümgeneral Erol Özkasnak da Şûra'da emekliye sevk edildi...

Kurum ve kişi formatına uygun düşen sorular bellidir:

1) 28 Şubat süreci iki generalin kişisel suçu mudur, yoksa kurumsal bir tepki midir? 2) 28 Şubat koşulları altında bugünkü komutanlar farklı mı düşünecek, hareket edecekti? 3) Bugünkü koşullarda emekliye ayrılan komutanlar 28 Şubat sürecindeki gibi mi davranırlardı?

Geçelim Fethullah Gülen'e... Gülen'i 28 Şubat sürecinde "Refah yanlış yapıyor" dediği için baş tacı eden siyasiler ve medya bu kişinin cemaat/kanaat önderi olduğunu zımnen kabullenmedi mi?

İki cumhurbaşkanı, üç başbakan bu kişiden oy dilenmedi mi? Kurumu ve cemaatine sırnaşılırken kişiyi hapse atmak akıllı çözüm mü? Bu soruların yanıtlarını kafanız karışmadan veriyorsanız, kurumları tartışmak yerine kişilerle uğraşmaya devam edin, bizce mahzuru yok.

Evet.. "Fethullah Gülen Sendromu", bu tür sorular, iddialar, iddianameler ve savunmalarla dolu..

 

YARIN 16. BÖLÜM: Ödüller ve zanlılar

 


Kağıda basmak için tıklayın.



 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV


Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...