Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Demokrasisiz demokrasi korumasıBugün, demokratikleşme arayışlarında ciddi bir engel niteliği kazanan bir yaklaşımın tartışılması gerekiyor. Düşünce şu: -İktidara geldiğinde demokrasiye son verecek olan bir fikir ve hareketin demokrasiden ve özgürlüklerden yararlanmasına izin verilemez. Bu, geniş bir çevrenin paylaştığı bir görüş. Özgürlüklerde herhangi bir genişlemeyi kabul etmeyenler bu teze dayanıyor, özgürlüklerde şöyle veya böyle bir genişlemeyi benimseyenler de bu tezden yola çıkarak bir parantez üretmeye yöneliyor: -Evet, iktidara geldiğinde demokrasiye son verecek bir fikir ve hareketin demokrasiden ve özgürlüklerden yararlanmaması gerekir.... ama... Aslında yaklaşım, bu düşünceyi peşinen meşrulaştıran ve ülkeyi bir demokratikleşme olacaksa bile, sınırlı bir demokrasiye mahkûm gören bir yaklaşım... Peki mantığı sağlıklı mı bu yaklaşımın? Önce bu yaklaşımı biraz daha yakından görmeye çalışalım: Bu yaklaşıma göre ülkede bir düzen var. Bu, gerçek demokrasiye göre ciddi aksamaları olan bir düzen. Anasaya, yasalar ve uygulama alanında, sistem içerisindeki hemen herkesin itiraf ettiği ciddi aksamalar söz konusu. Her şeyden önce demokrasinin olmazsa olmazı olan halk, sistemin dar kalıpları sebebiyle bunalmış durumda. Ve dünyanın talebi gelmiş sistemin önüne yığılmış: "Sen demokrasi falan değilsin, dökülüyorsun, her tarafın patlıyor, toplumla ilişkilerin yaralı, artık çağ değişti, artık özgürlükler çağı, insana güven çağı, değiş artık" diyor sisteme... İşte orada, bir kesim devreye giriyor ve sanki sistemin ve ülkenin her şeyi kendilerinden sorulurmuş gibi denetlemeye, ahkâm kesmeye başlıyor: Halkı denetliyor, halk bünyesinde oluşmuş sivil yapılanmaları denetliyor, düşünce akımlarını, onlar etrafında gelişen siyasî–sosyal hareketleri, hatta özel hayatları denetliyor ve bir kanaat belirliyor: -Sistem değişir veya değişmez, değişirse şu kadar değişebilir, şunlara asla dokunulamaz. Şu tehlikelidir, şuna izin vardır. Şuna izin verilir de iktidara gelirse demokrasiye son verebilir, o yüzden o tehlikeli düşünce ve yaşam tarzı daha tohum halinde iken yokedilmelidir. Bu yaklaşımın içindeki paradoks şurda. Zaten yeterince mevcut olmayan bir demokrasi adına, iktidara geldiğinde demokrasiyi yokedeceği farzedilen bir düşünce ve hareketi şimdiden yoketmek... Şayet, ortada gerçek bir demokrasi uygulaması olsa, bunu gerçekten yokedecek bir düşünce (?), ve hareket (?) i denetleme hakkından söz edilebilir. Ama henüz demokrasi olmadan, hangi demokrasinin hangi tehlikeli düşünce ve harekete karşı korunması söz konusu olabilir? Ya da şöyle demek gerekiyor: Demokrasinin, kendisini yokedecek bir oluşuma karşı korunmasından söz etmek için bile önce gerçek demokrasiyi hayata geçirmek gerekir. Burada olan, her tarafı dökülen ve kimi grupların tahakküm aracı haline gelen bir yapının "ilerde gelecek bir demokrasinin geleceğini koruma" söylemiyle sürdürülmesi hesabından başka bir şey değildir. Burada, sistemin sahibi olarak, halktan farklı bir irade söz konusudur. Ve zaten halkı aşan, halkı da denetleyen öyle bir irade söz konusu ise, daha baştan demokratik mantıktan söz etmek mümkün değildir. Bu yaklaşımdan yola çıkarsanız, hiçbir zaman demokrasiye varamazsınız. Tek çare, hakim iradenin öncelikleri istikametinde yeni bir halk üretmek ve ona mevcut statüyü onaylatmaktır. Belki ortaya çıkana gene demokrasi denecektir ama bu "bize özgü" bir demokrasi olacaktır. "Bize özgü"nün şartlarını belirleyen de gene halk değil, söz konusu hakim iradedir. Türkiye 1946'dan beri sık sık "bize özgü demokrasi" ortamından uzaklaştığı gerekçesiyle müdahalelere maruz kalan ve "yönü düzeltilen" bir ülkedir. 28 Şubat süreci de, böyle bir "yön düzeltme" operasyonudur.
atasgetiren@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|