FATMA MATUR
Portekiz’in başkenti Lizbon’a araçla bir saat uzaklıkta, beni Lizbon’dan ve ülkenin kalanındaki birçok yerden daha çok etkileyen bir kasabadan, Sintra’dan bahsedeceğim bu yazıda. Esasen bir sayfiye yeri olan ve 1995 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen bu sakin ve yemyeşil kasaba Lizbon’un renkli ve hareketli sokaklarından sonra bir mola vermenizi, yüzlerce yıllık saraylarıyla da tarihe yolculuk yapmanızı sağlıyor. Yalnızca bir zamanda yolculuk hissi değil bahsettiğim. Avrupa’nın kalanındaki saraylar ve tarihi binalardakinden farklı bir hissi var Sintra’nın. Buradaki saraylar hem mimarileri hem renkleri hem de bahçeleriyle birbirinden ve Avrupa’daki benzerlerinden ayrılıyor.
Sihirli bir kır malikânesi
Sintra’nın tarihi merkezine yürüyerek on beş dakika mesafedeki “Quinta Da Regaleira” isimli kır malikânesi 1800’lü yılların sonunda İtalyan mimar Luigi Mannini tarafından tasarlanmış ve Carvalho Monteiro tarafından yazlık olarak kullanılmış. Malikânenin içerisindeki bazı odalar ziyarete açık fakat uzun sıraları beklemeye değer mi emin değilim. Buraya mutlaka gelin, mimarisini ve manzarasını mutlaka görün ancak zamanınız kısıtlıysa odalarını atlayıp, muhteşem bahçesiyle devam edebilirsiniz.
Quinta Da Regaleira, bahçesindeki kuleler, kuyular, kuyuların açıldığı tüneller, tünellerin sonundaki göletler, havuzlarla sihirli bir yer. Kuyuların en ünlüsü ise İnisiasyon Kuyusu.
Cehenneme İniş’ten esinlenilmiş
Quinta Da Regaleira’nın bahçesinde bulunan İnisiasyon Kuyusu, Masonların inisiasyon törenlerinde kullanıldığı düşünülen, Dante’nin İlahi Komedya’sındaki “Cehenneme İniş” tasvirinden esinlenerek yapılmış bir kuyu. Yirmi beş metre derinliğindeki kuyuya sarmal merdivenlerden indiğinizde bir labirentin içine girmiş gibi hissediyorsunuz. Kuyunun ucundaki yoldan karanlık tünelleri, kulağınıza gelen su sesleriyle takip ettiğinizde küçük bir şelale ve şelalenin oluşturduğu bir yemyeşil bir gölet sizi bekliyor. Göletin etrafında yürümek mümkün. Burası benim Sintra’da en çok sevdiğim yerlerden biri oldu. Görmeden kesinlikle dönmeyin diyebilirim.
Gördüğüm en muhteşem bahçe
Monserrate Sarayı’nı sona bıraktım, çünkü yazıyı bitirirken aklınızda burası kalsın ve Sintra’ya yolunuz düşerse burayı görmeden dönmeyin diliyorum.
Sarayın içerisinde hem Mağrib hem Gotik hem de Hint mimarisinin örneklerini görmek mümkün. Öyle ki bazen kendinizi El Hamra’nın içerisinde yürüyor gibi hissediyorsunuz. Odalardaki, tavanlardaki ince işçilik şiir gibi. Fakat bu sarayın en akılda kalıcı yönü içinde 3000’den fazla egzotik türün bulunduğu muhteşem bahçeleri. Hayatımda gördüğüm en muhteşem bahçeler.
Monserrate Vikontu Sir Francis Cook’un ailesi tarafından yazlık olarak kullanılan saray, hem Cook hem de öncesinde mülkü kiralamış olan William Beckford sayesinde bu bahçeye kavuşmuş ve günümüzde hâlâ korunuyor.
Dünyanın bütün kıtalarından, aklınıza gelebilecek her tür bitkinin, çiçeğin, ağacın farklı çeşitleri Sintra’ya getirilmiş ve Sintra’nın ılıman mikro iklimi sayesinde burada yetiştirilebilmiş. Avustralya’dan, Japonya’dan, Güney Amerika’dan, Çin’den yüzlerce çeşit bitkiyi, ağacı, eğrelti otunun, kaktüsün, papatyanın, gülün yirmi otuz çeşidini muhteşem bir peyzaj içerisinde ayrı ayrı bir arada gördüğünüzü düşünün. Sarayı hele de bahar aylarında ziyaret ediyorsanız, gezmeye, fotoğraf çekmeye doyamadığınız bir yerle karşılaşıyorsunuz.
Monarşinin hem sığınağı hem sarayı
Sintra’nın tarihi merkezindeki Sintra Ulusal Sarayı, yüzyıllar boyunca Portekiz monarşisi tarafından bazen av köşkü, bazen yazlık ve salgın hastalık dönemlerinde sığınak olarak kullanılmış. Kasabanın kalanıyla beraber UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer alan sarayın Kuğu Salonu, Saksağan Salonu gibi odaları mevcut. Sarayın içerisinde ayrıca Portekizlilerin “Azulejos” adı verilen seramik işçiliğinin güzel örneklerini görmek mümkün. Saraya 16. yüzyılda eklenen ve bugün sarayın en ilgi çekici yerlerinden olan bacalarda da bu işçiliğin örnekleri görülüyor.
Saray Sintra merkezde olduğu için, Sintra’ya varır varmaz ziyaret edilebilir ancak burada da kalan her yerde olduğu gibi uzun sıralar mevcut. Sintra’da zamanınız kısıtlı ise ve bir yerden vazgeçmeniz gerekirse, o yer burası olabilir diye düşünüyorum. Son olarak Sintra’ya gelen turların genellikle uğramadığı fakat bence kesinlikle görülmesi gereken bir saraydan bahsedeceğim.
Sintra deyince akla gelen ilk yer
II. Ferdinand’ın Kraliyet Ailesi için yazlık olarak yaptırdığı Pena Sarayı, Sintra’nın en yüksek ve manzaraya hakim noktalarından birinde yer alıyor. Günümüzde Portekiz Devleti himayesindeki saray, Sintra deyince akla gelen ve en çok ziyaret edilen yer. Eklektik mimarisi, canlı renkleri ve muhteşem manzarası ile ününü kesinlikle hak ediyor. Saray, Sintra merkeze yürüyerek 50 dakika uzaklıkta. Fakat hem zaman açısından hem de oldukça yokuşlu bir yol olduğu için merkezden otobüse ya da taksiye veya tuk tuk tarzı araçlara binmenizi öneririm. Pena Sarayı’nın iç kısmı ziyarete açık. Girişte Ferdinand’ın büstü sizi karşılıyor. Devamında eski Manastır ve Büyük Salon kısımlarına, ardından kral ve kraliçenin yaşam alanlarına geçiliyor. Sarayın içerisinde önemli sanat eserleri de sergileniyor. Sarayın girişinde yılın neredeyse her zamanı uzun sıralar oluyor. Biletinizi internetten almış bile olsanız bu sıraya girmek zorundasınız. Sarayın iç kısmını gezdikten sonra bu kadar uzun süre sıra beklemeye değmediğini düşündüm ben.
Pena Sarayı için mutlaka yapın diyeceğim şey şu anda ulusal park statüsünde olan bahçelerine en az iki saat ayırmanız ve turistlerin çoğunun uğramadığı noktalarını görmeniz olur. Yeşilin her tonunun, titiz bir peyzaj ürünü olarak değil, iklimin etkisiyle coşkun bir halde yayıldığı arada kuğuların dolaştığı göletlerle durakladığınız, zaman zaman kendinizi tropik bir ormanda hissettiğiniz muhteşem bir yürüyüş bu.
Pena Sarayı’ndan 15-20 dakika yürüyüş mesafesindeki bu kale, Pena gibi manzaraya hakim bir tepenin üzerinde yer alıyor. 9. yüzyılda Sintra’yı fetheden Kuzey Afrikalı müslümanlar tarafından yaptırılan kale Ferdinand döneminde restore edilmiş. Surların arasından muhteşem Sintra manzarasını izlemek için kaleyi ziyaret etmeye değer.