Hapishanelerden gelen mektupların üzerinde “görülmüştür” yazar. Bir insanın en mahrem satırlarının başka birisi tarafından “görüldüğünü” bilmek insana yazmak ile yazmamak arasında bir tereddüt yaşatır muhakkak. Bunu en ziyade hapishanelerden yazılmış edebi mektuplarda görürsünüz.
Mektubun sahibi, “sana yazdığım bu satırlar ne acıdır ki, senden önce eller tarafından görülmüş olacak” diye başlar mektubuna.
Devirlere dair zihniyet değişimini en iyi ifade eden göstergelerden biri, kelimeler ve kavramların kazandığı ya da kaybettiği itibardır.
Eskiden görülmek, takip edilmek pek makbul işler değildi. Görülmemesi gereken bir yerde özellikle de “refikalar, kerimeler, bacılar” görülürse sadece “görülenler” değil, onların eşleri, pederleri, erkek kardeşleri de itibar kaybına uğrardı.
“Görülme”nin bagajındaki bütün negatif kelimeleri teker teker atması, sanıyorum, en ziyade sosyal medyadan sonra gündemimize girdi. Yani akıllı telefonların bedenimize rapt edilmiş implantlar olarak hayatımıza girmeye başladığı 2010 yılından sonra.
Artık “görülmek”, olmadık şekilde olmadık yerde “görülmek”, itibar kaybettiren değil, tam tersine puan kazandıran, -ki bu puanlar takipçi sayısı, izlenme oranı tıklanma miktarı olarak karşımıza çıkacaktır- yeni bir ekonomik dönemin habercisidir artık.
TDK’nın “özçekim” olarak karşıladığı ama toplumsal talep tarafından pek de tercih edilmediği için selfi demeye devam ettiğimiz, kişinin kendini her hal ve mekanda fotoğraflama hali yeni bir ekonomi inşa ediyor: Selfi ekonomisi.
Selfi ekonomisi bir şeyin “fotoğraf” üzerinden değer kazanması anlamına geliyor. Bir şeyin iyi olması değil artık önemli olan, iyi resim vermesi. Mesela bir yemek damağınıza hitap ediyor olabilir. Ama damak tadı başkalarına gösterilebilen bir şey olmadığı için lezzeti olmayan ama görselliği baskın ürünler ve o ürünlerin sunulduğu “fark yaratan” mekanlar daha değerli. Çünkü önemli olan yemek yemek değil, önemli olan yemeğin fotoğrafını paylaşmak. O yemeği “değerli” kılacak olan tek şey sosyal medya hesabından yayınlandığında olabildiğince çok kişiden “like alması”, yani beğenilmesi.
İyi “resim veren” sunum tabakları, bir kitabın kenarına konuşlandırılmış bir kahve fincanı, paylaşan kişinin takipçi miktarıyla doğru orantılı olarak “değer” kazanıp değerlendirilecektir.
Selfi ekonomisi, kültürün kodlarını da değiştiriyor. Müzeler mesela. Eskiden müzelerde fotoğraf çekmenize izin verilmezdi. Patlayan flaşların eserlere zarar vereceği söylenirdi. Artık müzelerde değil fotoğraf çekimine izin vermemek fotoğraf çekin diyerek “müze selfi günleri” düzenleniyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı 300’den fazla müze ve ören yerinde 16 Ocak günü saat 09-17.00 saatleri arasının “Müzede Selfi Günü” olarak belirlendiğini e-posta yoluyla öğrendim. Gelen iletide şöyle bir bilgi vardı:
Daha önce, Jay-Z ve Beyonce çiftinin Paris’teki Louvre Müzesi’nde selfie çekmeleri ile daha da popülerleşen Müzede Selfie Günü kutlamaları müze ve örenyerlerinde çekilen selfie’lerin #MüzedeSelfieGünü, #MuseumSelfieDay, #MüzedeSelfie etiketleri ile sosyal medya platformlarında paylaşılması üzerine tasarlanmış bir gündür.
Selfi günü davetine icabet ederek 16 Ocak günü Topkapı Sarayı/Müzesi’ne gittim. Saat 10.45’te Topkapı Sarayı’nın Bab-ı Hümayun kapısının önünde biri siyah biri doru olmak üzeri iki at, atların üzerinde iki süvari gördüm. İnsanlar atın üzerine ellerini koyarak fotoğraf çekiyorlardı. İnsanların aktiviteye katılmış öğrenci heyecanı ile arka arkaya aynı pozu verip selfi çektiğini görünce süvariye ayak üstü bir kaç soru sormaktan kendimi alamadım. Astsubay ve adının Mustafa olduğunu öğrendiğim süvariye şimdiye kadar kaç selfiye fon oldunuz diye sordum. 100’ü bulmuştur dedi.10.30 başlamış “mesai”. Yani sadece 15 dakikada yüz selfi.
Müzeler üzerine okunacak en güzel kitaplardan biri Thomas Bernhard’ın Eski Ustaları’dır.
Roman, Sanat Tarihi Müzesi’nde bekçilik yapan Irrsigler, anlatıcı ve müzik dünyasında saygın bir yere sahip olan ve her sabah Bordone Salonu’ndaki Tintoretto’nun “Beyaz Sakallı Adam” tablosunu uzun uzun seyreden Reger üzerinden ilerler. Reger tabloyu seyrederken, anlatıcı da “Beyaz Sakallı Adam” tablosunu seyreden Reger’i seyreder. Esasında bu seyir hakkını müze bekçisi Irrsigler’i hoş tutarak elde etmiştir anlatıcı. Çünkü Reger “Beyaz Sakallı Adam” ile baş başa kalmak istediğinde “Irrsigler Bordone Salonu’nu ziyaretçilere kendiliğinden kapatır, sonra kendisi hemen koridorda dikilir ve kimseyi geçirmez. Reger’in bir el işareti yapması yeterlidir.”
Bordone Salonu’nu kendisi için yalıtılmış bir mekana dönüştüren Irrsigler için Reger’in tanımı çok çarpıcıdır: “Reger onu onlarca yıldan beri otuz beş yıldır Sanat Tarihi Müzesi’nde görev yapan bir devlet ölüsü diye adlandırıyor.”
Thomas Bernhard’ın Eski Ustaları’nı niye andım?
Reger bir tablonun karşısında tek başına bulunabilmek için müze bekçisine ufak bir rüşvet vermiş ve yıllarca onu sanat hakkında eğitmeyi göze almıştı.
Müze Selfi Günü’nün tam tersine bir davranış. Müzede yalnız kalma hakkı.
Soru şu: İnsanlar müzelerde istedikleri zaman selfi yapıyor. O halde 16 Ocak’ın Müzede Selfi Günü ilan edilmesinin anlamı ne?
Aynı zamanda ve aynı mekanda, aynı işi yaparak sosyalleşmek isteyenleri bir araya getirme hizmeti diyebilir miyiz? Belki...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.