Siyasi partiden çok “Yalan Rüzgarı” gibi bir vizyon sergileyen CHP'de, parti içi güven de kalmamış gibi. Peki kendine güvenmeyen bir partiye halk nasıl güvensin? Çıkan son haberler ve olaylar, Halk Partisi'ne yönelik oluşan güveni de yok etmiştir.
Başbakan ve Kılçdaroğlu'nun grup toplantılarında yaptığı konuşmalar, aslında bir liderin ne olduğu ya da ne olması gerektiği konusunda açık ipuçları veriyor. Başbakan Erdoğan üslup ve söylemi ile “liderlik” olgusunu pekiştir-irken, Kılıçdaroğlu'nun böyle bir gerçeklik barındırmadığı bir kez daha ortaya çıkmış görünmekte. O halde Kılıçdaroğlu ile alakalı olarak liderlik konusunu yeniden gözden geçirmek faydalı görülebilir. CHP eski Genel Sekreteri Önder Sav'ın, Ege'de Son Söz gazetesine verdiği röportajla başlamıştı aslında Kılıçdaroğlu'na ait liderlik tartışmaları. Önder Sav'ın ifadeleri ve bu ifadeler doğrultusunda anlaşılan gerçek, Kılıçdaroğlu'nun “Genel Başkanlığa getirildiği” gerçeğiydi. Peki Önder Sav, Kemal Kılıçdaroğlu, CHP ve Deniz Baykal ile ilgili olarak neler söylemişti?
Sözlerine kaset olayı ile başladıktan sonra Sav, “Genel Başkan Deniz Baykal, Türkiye'nin en sıkıntılı, sorunlu dönemde genel başkanlıktan ayrıldı. Bizi kendi göbeğimizi kesmekle yüz yüze bıraktı. Bundan sonra göbeğimizi biz keseceğiz. Parti kesecek. Deniz Baykal, Mustafa Kemal gibi, İsmet Paşa gibi, Bülent Ecevit gibi tarihte unutulmazlar arasında yerini almıştır” cümlelerini sarf etmiş ve ardından “Gruptan çıktıktan sonra da basını ters köşeye yatırdım, kimse Deniz Baykal istifa etti diye avucunu ovuşturmasın” demiştir. Röportajı yapan gazeteci Önder Sav'a şu soruyu soruyor: “Peki, yol ayrımıyla birlikte Kemal Kılıçdaroğlu ismi de mi Perşembe gecesi netleşti?”. Sav cevap veriyor: “Evet. Kamuoyunda güçlü bir havası var, gücü var. Kamuoyu halk desteği yadsınamaz bir gerçek. Birkaç kez buluştuk kimsenin bilmediği, bilemediği yerlerde. Ve kimse de bilemedi… Ve Kemal de bana uydu (zaten ağzı sıkı bir siyasetçi o)”. Hatta Gürsel Tekin için “Kılıçdaroğlu elimden kaçtı” diyerek, Kılıçdaroğlu'nun üzerinden yapılan planların da olduğunu istemeden de olsa gün yüzüne çıkarmıştır.
Bu anlatılanlar Kılıçdaroğlu'nun liderlik değil yöneticilik başlangıcının tarihidir. Şimdi ise Sayın Kılıçdaroğlu'nun yaşadığı ve yaşattığı patolojik durumlara bakalım. CHP liderinin yaşadığı Oidipus kompleksi (babalarını öldürüp yerine geçme) sonrası yaptığı açıklamalar da samimiyetinin(!) bir neticesi olarak anlaşılabilir. Kılıçdaroğlu; “Neden CHP yapabilir? Çünkü CHP devrimcidir ve değişimcidir. Değişimi ve devrimi sonuna kadar götüreceğiz” demişti. Evet CHP'nin ne kadar devrimci olduğu ortada. Hâlâ durduğu yerde olan, örgüt suçlamasıyla ilgili kişileri kurtarma yolunu arayan, Türk Ordusu'na kâğıttan asker diyen ve bundan da hiç utanmayarak hâlâ aynı devrimci(!) kadroyla yoluna devam eden bir CHP, devrimi, devrilmek olarak anlayan bir yapıya sahip.
Sayın Kılıçdaroğlu, bugüne kadar CHP lideri olarak sosyolojik anlamda bir analiz yaptı mı acaba? Hangi toplumsal soruna bir çözüm üretebildi? “Benim adım Kemal, bulurum diyorsam bulurum” ifadesi artık postmodern Türkiye'de kabul görecek bir yapıya sahip olamaz. 1980 modeli bir siyaset 2010 referandumuyla birlikte sandıktan çıkamadı. Üretim demek sadece konuşmak ise stand-up'çılar en büyük üretici güçledir, bir de konuşmayı bilmek gerekir. CHP lideri, “Her etnik kimliğe saygımız var. Her etnik kökenden yurttaşımızın başımız üzerinde yeri var, her inanca da saygılıyız. Doğu ve Güneydoğu'da ayrışma politikalarını ters yüz edeceğiz” demişti. Ama aynı konuşmada, “Kürt” kelimesinin “k”sı bile kullanılmamıştı. CHP hâlâ resmi ideoloji kurbanı olmaya devam ediyor, tektipleştirme algısı devam ettiği sürece toplumsal anlamda CHP'den bir şey beklemek mümkün görünmemektedir.
Yine Kılıçdaroğlu “Yoksulluğu çözme yolu aile sigortasıdır. Her ailenin sigortası olacak” demişti. Peki nasıl? Sosyolojide önemli olan nasıl sorusunun cevabıdır. CHP buna hiçbir şekilde cevap verememektedir. Peki neden? Muhtemelen sözün gerisi hesap edilmemiştir. CHP artık bir “söylem kaybı ya da sözün düşüşünü” yaşamaktadır.
Kılıçdaroğlu “Bu demokrasi mi faşizm mi? Faşizme geçit yok, izin vermeyeceğiz” ifadesini de kullanmıştır. Bir CHP düşünün ki faşizm yok! Mucize gibi bir şey bu söylem. O halde insaniyet namına CHP'den böyle bir adım atmasını beklemek lazım. Ama bu da mümkün değil, sayın Batum bu mucizevari temenniyi yok etmiştir, tabi Kılıçdaroğlu'ndan ayrı bir demokratik ses olarak!! Kemal Kılıçdaroğlu, “CHP iktidarında besleme medya bitecektir artık” demişti. Sosyolojik anlamda beklide en büyük patolojik durum burada yaşanmıştır. Kılıçdaroğlu'nun kendisi zaten bir medya desteği ile başkan olmuştur, bunu bırakın Türkiye halkı, CHP'nin sığındığı enternasyonal yapı bile artık bilmektedir. Sosyolojide, popüler kültür ürünü olan bir şey/lider, zamanı gelince kültür şokuna da uğrar ve kültür patlaması yaşar. Umarız aynı durum sayın başkanın başına gelmez. CHP lideri “hiç kimseyi ötekileştirme lüksümüz yok” diyor başörtü hususunda. Sonra da bazı ifadeler ekliyor ama aniden çark ediyor. Peki niçin? Tabi ki tabandan gelen bir tsunami yüzünden, devrimci(!) bir lideri bile deviriyor bu dalga ne yazık ki. İlginç olan ise sayın başkanın farkında olmadan kendini ötekileştirdiği, bir sosyologdan bu hususta yardım almak şart gibi görünüyor.
Kılıçdaroğlu, “CHP demokrasiyi, çok partili rejimi getirmiş bir partidir. Bu ülkeye demokrasiyi getirdik, parti içi demokrasiyi de getireceğiz” demişti. Çok partili rejimin nasıl oluştuğunu bir kere daha okumak lazım, sistem söylenildiği gibi bu kadar kolay gelmedi. Eğer bir amaç uğruna Kazım Karabekir Paşa bile yok sayılıyorsa, biraz durup düşünmek lazım. Bugünün CHP'sinde hiçbir kimsenin Karabekir Paşa kadar ülkesini sevdiğine ve onun yaptıklarının bir tanesini bile yapabileceğine inanılması mümkün görünmemekte. Tarihi okumak ve onu yorumlamak kolay iş değil, Kılıçdaroğlu'nun böylesine önemli bir konuda bu kadar basit bir ifade kullanması onun CHP'nin geçmişi konusundaki bilgisini de ortaya koymaktadır. Bir kere bu siyasi ahlak denilen şeye uygun değildir. Siyasi ahlak yasasını çıkaracağını iddia eden Kılıçdaroğlu'nun, siyasi ahlak anlayışının ne anlama geldiğini öğrenmesi faydalı olacaktır. Etik evrenseldir, yere ve zamana göre değişmez ama CHP bunu bile çıkar doğrultusunda farklı istikametlere sokmuştur. Ve son olarak da Ergenekon üyeliği istemini dile getiren bir Ana Muhalefet liderinin hala iyideki kötüyü görememesi. Tek kelime ile: Yazık…
CHP'nin önemli(!) bir değişiklik yaşadığı muhakkak ki ortada. Sayın Kılıçdaroğlu'nun Genel Başkan seçilmesinden sonra parti içerisinde yaşanan yenilikçi(!) rüzgâr son kurultay ile devam ediyor görünmektedir. Yalnız CHP, postmodernizmin beraberinde getirdikleriyle çelişiyor görünmektedir. Ünlü postmodern düşünür Lyotard, postmodernizmin büyük anlatıların sonunu getirdiğini iddia etmişti. Ona göre büyük anlatılar bırakılıp, yerel ve mikro anlatılar ele alınmalıdır. Postmodernizmin aksine sayın Kılıçdaroğlu, hâlâ modern dünyanın dili ile konuşmaktadır. Son kurultay toplantısında dile getirdiği vaatler Türkiye için gerçekten de büyük anlatılar sayılabilir. Peki Kılıçdaroğlu neler söylemiştir: “Yüzde on seçim barajı kalkacak, Mazotta ÖTV kalkacak ve mazot fiyatları yarı fiyatına indirilecek, Harçlar kaldırılacak, YÖK kaldırılacak, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılacak” vb. bu tür “ecek-acak” içeren taahhütlerde bulunmak Türkiye için gerçekten inanılması güçtür. CHP'nin bu tür vaatlerde bulunması, taahhütleri içerisinde saydığı Siyasal Ahlak Yasası'yla uyuşmamaktadır. Verilen taahhütlerin baştan çelişmesi, Kılıçdaoğlu'nun samimiyetinin(!) işaretidir. Bu tür büyük anlatılar, Türkiye için tabi ki yeni değil, esasen bir gelenektir. Lakin unutulan bir şey vardır: Halk artık bu tür anlatılara kanmamaktadır. Evet, postmodernizm, Popüler Kültürü şişiren bir yapıya sahiptir fakat her şey balon patlayana kadardır. Son olarak da parti rozeti takmak için Eskişehir'e giden bir Genel Parti Başkanı'ndan bir liderlik vasfı beklemek ne kadar doğrudur, CHP seçmenine sormak gerekir.
CHP'nin bugün ki durumuna da bakmak faydalı olacaktır. Siyasi partiden çok “Yalan Rüzgarı” gibi bir vizyon sergileyen CHP'de, parti içi bir güven de kalmamış gibi. Peki kendine güvenmeyen bir partiye halk nasıl güvensin? Çıkan son haberler ve olaylar, Halk Partisi ile alakalı oluşan -ya da öyle gösterilen- güveni de yok etmiştir. İklim Bayraktar Kaleli'nin söyledikleri ve söylediklerinin medyaya yansıyan tarafları ve de telefon konuşmaları, CHP'de herkesin birbirilerinin kuyusunu kazdığının en somut delilleri.
Sosyolojik anlamda böylesine bir traji-komik olayın halk tarafından nasıl karşılanacağını, bu parti adına hiç mi kimse düşünmüyor? Bir parti düşünün, şimdi ki genel başkanı, önceki genel başkanın bir skandal ile görevinden ayrılmasıyla göreve geliyor; göreve geldikten sonra referandumda alınan “hayır” oylarının hepsini kendine mâl ediyor; 1980'lerin siyasi söylemlerini benimseyerek siyasi politika yapmaya devam ediyor; Kürt sorunu ile alakalı olarak, Van'da sabah kahvaltısında ağzından tek bir yapıcı cümle çıkamıyor, türban konusunda bir gün söylediğini diğer gün değiştiriyor ve kendisi için hayat böyle akıp gidiyor. Şu, Türkiye için bir gerçektir ki, siyasi parti genel başkanlarının vizyonu ne ise parti de odur. Buna inanmayanlar Türk siyasal hayatında siyasi partilerin nasıl var olduklarına bakabilirler, çok uzağa gitmeye gerek yok, AK Parti bunun en güzel örneğidir.
Aslında bunların beraberinde bir de CHP seçmenine yönelik şu öneri dile getirilebilir: Gandhi'ye benzetilen Kemal Kılıçdaroğlu ile Mohandas Gandhi arasında aslında gerçek hayatta hiçbir benzerlik yok. Çünkü Gandhi bir halk lideridir ve halkının içinden çıkmış biridir. Her şeyden önce Gandhi inançlı bir insandır; kendi dini geleneklerini ve yerel geleneklerini, sömürge karşısında sonuna kadar sürdüren biridir. Kılıçdaroğlu'nu Gandhi'ye benzetenlerin tüm bu olanlardan sonra aynı fikirdeler midir? Gandhi, sosyolog Max Weber'in dile getirdiği liderlik türleri ile açıklanabilir ama Kılıçdaroğlu bu açıklamaların hiçbirinde yer bulması mümkün görünmemektedir, hatta Rasyonel lider izahında da bu iddia geçerli olabilir. Şimdi CHP seçmenine sormak gerekiyor: Gandhi'ye benzetilen ama onun liderlik niteliğini kişiliğinde barındırmayan bir Kemal'mi yoksa Mustafa Kemal'a benzetilen bir lider mi tercih edilmek istenir?