Geçtiğimiz hafta ebedi aleme yolcu etiğimiz diriliş şairi merhum Sezai Karakoç’un vefatından sadece birkaç gün önce gerçekleşmiş olan Türk Devletleri Teşkilatı zirvesinden çok heyecanlanmış olduğu yazıldı. Hatta vefatından 3 gün önce kendisini ziyaret eden Zeynep Karaca’ya sağlık durumu elverdiğinde ilk yazmayı isteyeceği yazının bu konuda olacağını da söylemiş.
Türk devletlerinin İstanbul’da toplanan zirvesi, geçmiş toplantılara nazaran, çok daha farklı bir hava ve heyecan atmosferinde gerçekleşti. Bu atmosferi yaratan en önemli faktör bu yılki zirvenin Azerbaycan’ın Karabağ’daki Ermeni işgalini Türkiye ile dayanışma halinde bitirmiş olmasıydı. Teşkilatın iki üyesi dayanışma ortaya koyduklarında bir şeyler yapabileceklerini, etkili bir güç haline gelebileceklerini somut bir örnek olarak ortaya koydular. Bu dayanışmayla kazanılan zaferin bu birliğe ayrı bir ruh, heyecan ve motivasyon katmış olduğunda şüphe yok.
Sovyetler Birliğinin yıkılmasından itibaren Türki Cumhuriyetler Türkiye siyasetinde önemli bir alan, milli kimlik tasavvurunda da önemli bir beslenme kaynağı oldu. Ama gerçekler planında bu kültürel coğrafyaya atfedilen birlik, beraberlik ve dayanışmadan hiçbir zaman umulan gerçekleşmedi. Çünkü Türki Cumhuriyetlerin 70 yıllık Sovyet yönetimi altında yetişmiş nesilleri bizim kendilerine baktığımız gibi bize bakmıyorlardı. Çünkü etkisinde yoğun olarak yaşadıkları Sovyet-Rus kültürü altında bize öyle bakamayacak hale gelmişlerdi: Alfabeleri Rus alfabesi, kültürleri ve tarihleri Rusların tarihiyle bir ortaklığa daha yakın ve en önemlisi 70 yıllık yoğun ideolojik eğitim altında alabildiğine sekülerleşmiş hatta ateistleşmiş nesiller yetişmişti. Sevil Nuriyeva bu süreçleri birinci dereceden yaşanmış tanıklıklarıyla anlatıyor.
“Hepsinde Rusya ağırlığı vardır. Ancak ne gariptir ki, Rusya ağırlığı kadar hepsinde Batı etkisi de vardır… Toplumların hepsi tek katmanlı değildir. Türklük, İslam bilinci hepsinde yoktur.
Ama (yine de) ana damar hep milli ve dini kimlik üzerine idi... Biraz Batı, biraz yönetimler biraz da Rusya’nın etkisi ile birçok doku alt üst oldu… Tabii ki ülkelerin yöneticileri milli kimlik konusunda kendileri de değişim yaşadı.”
Gerçi diyeceksiniz eskiden bu ülkelerin veya halkların bir araya gelmesi için daha elverişli herhangi bir fırsat olmuş mudur hiç? Tarih en çetin savaşların ve kıyımların birbirine yakın insanlar arasında gerçekleştiğine şahittir. Arap halkları kendi aralarında kabile savaşları, Türk halkları kendi aralarında beylik savaşlarıyla birbirlerini güçlendirmekten ziyade zayıflatıcı bir etki yapmışlardır tarihte. Avrupa içlerine doğru atağa geçmiş bir Osmanlı’yı uzun süreliğine durduran bir başka Türk hakanı Timur olmuştur. Yine aynı misyonla hareket etmekte olan Osmanlı’yı en çok uğraştıran devletin Türk Safevi Devleti olduğu, aralarındaki savaşın halen ciddi bir tarih bilincinin referansı olduğu da malum. Diğer bir sürü örneği saymıyoruz bile.
Yine de modern zamanlar ve milliyetçiliğin farklı tasavvur ve tecrübeleri farklı fırsatlar ortaya çıkarmıştır. Milliyetçilik rüzgarlarının Osmanlı’yı yıktığı bir dönemde yükselen bir ülkü olarak Turancılık yine de yeni Türkiye’nin önünde bir seçenekti. Üstelik benimsenen Türkçü milliyetçilik açısından itikadi olarak zorunlu ama fiiliyatta imkânsız bir seçenek. Çünkü o günlerde oluşmuş olan ve Türkiye Cumhuriyeti’ne de sınır çizmiş olan dünya düzeni bu seçeneğe başvurulmasına, dolayısıyla Türk halklarının birleşmesiyle oluşabilecek yeni bir güç merkezinin oluşumuna izin vermiyordu. Tıpkı Dünya Savaşı’yla çözülmesi mukadder hale gelmiş İslam Birliği’nin tekrar tesisi yönünde herhangi bir girişime izin vermeyeceği gibi.
Türkiye Cumhuriyeti bu açıdan coğrafi sınırının yanında iki önemli siyasi kısıtlamayla sınırlandırılmış olacaktı. Ne İslam Birliği ne de Türk Birliği peşinde koşmayacaktı.
Mustafa Kemal’in bütün Türkçü-milliyetçi vurgularına rağmen Turancılığı yasaklaması sadece gerçekçiliğiyle değil, günün şartlarında Türkiye’ye her düzeyde bildirilen veya hissettirilen bu kalın sınırlarla ilgili olmuştur.
Osmanlıcılığın veya İslam Birliği’nin başarısızlığına dair söylemler Osmanlı’nın 600 yıl boyunca hangi iddialarla ve hangi esaslara dayalı olarak ayakta kaldığını zannediyorlar? Osmanlıcılık pekâlâ kanıtlanmış bir başarıya sahipti ve ondan sonra da artık yürümeyeceğini belirleyen şey kötü bir proje olması değil, savaşta yenilmiş olmasıydı. Tabii ki “savaşta yenilmişse yanlıştır” gibi bir anlayışa sahipsek bunu tartışacak halimiz yok. Oysa savaşta yenildiği güne kadar üç kıtaya yayılan 72 milleti bir arada tutup adaletle ve model bir yönetimle yönetebilmiştir.
Bugün ise bambaşka bir noktadayız. İslam ülkelerinin her türlü biraradalığı son kertede faydalı ve alternatif bir dünyanın oluşumuna ciddi katkısı olacak bir adımdır.
Türk Devletler Teşkilatı da İslam Birliği’nin alternatifi değil, onu tamamlayan, belki ona gidişi daha da hızlandıracak bir adım olarak görülebilir. İslam ülkeleri arasında her vesileyle bu tür bölgesel veya dil temelli birlikteliklerin oluşması dağınık durmalarından çok daha evladır. Tabii bu birliklerin işleyişi için her bir ülkenin ayrı ayrı güçlenmesi gerekiyor, güçlenmek içinse birbirleri ile dayanışma içinde olmaları.
Ancak geçmişten bu yana bu birlikteliklere karşı sergilenen direncin bugün tamamen yok olduğunu veya olacağını düşünmemek gerekiyor. Bu direnç her ülkenin kendi içinden veya başka güçler tarafından gelecektir. Sevil Nuriyeva Rusya ve Çin’in muhtemel kaygılarına şimdiden işaret etmekte haksız değil. Buna ABD ve AB’yi de katabilirsiniz.
Neticede Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşmuş bir dünya düzeninin halen devam eden paylaşımlarına hiç dokunmayan bir birliktelik değil bu. Ama o paylaşıma dokunmadan yeni ve daha adil bir dünya inşa etmek de imkânsız.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.