Arap Baharı’nda on yılın bilançosu: Demokrasinin dostları ve düşmanları

04:0023/12/2020, Çarşamba
G: 23/12/2020, Çarşamba
Yasin Aktay

Başladığı günün üzerinden on yıl geçmiş olanArap Baharıbirçok ülkede karşı devrimler yoluyla kışa çevrilmiş veya bitirilmeye çalışılmış olsa da,devam eden bir süreç.17 Aralık 2010 yılında esmeye başlamış olan bir değişim rüzgarı yer yer fırtınalara dönüşerek ve İslam dünyasının her yanını gezerek etkisini sürdürmeye devam ediyor.Bu değişim sürecinin her ülkede birkaç gün içinde gerçekleşmiş bir devrimle tamamlanması mümkün olmadığı gibi,bir karşı darbeyle onu arkaplanda sevk eden bütün sosyolojik

Başladığı günün üzerinden on yıl geçmiş olan
Arap Baharı
birçok ülkede karşı devrimler yoluyla kışa çevrilmiş veya bitirilmeye çalışılmış olsa da,
devam eden bir süreç.
17 Aralık 2010 yılında esmeye başlamış olan bir değişim rüzgarı yer yer fırtınalara dönüşerek ve İslam dünyasının her yanını gezerek etkisini sürdürmeye devam ediyor.
Bu değişim sürecinin her ülkede birkaç gün içinde gerçekleşmiş bir devrimle tamamlanması mümkün olmadığı gibi,
bir karşı darbeyle onu arkaplanda sevk eden bütün sosyolojik zeminiyle birlikte yok edilebilecek bir şey değil.
Aslında bu süreç üzerinden bütün Arap-İslam dünyasındaki sosyolojik ve siyasi durumlar ve değişimler izlenebileceği gibi, bu sürece karşı aldıkları tutumlar ve konumlar dolayısıyla bütün uluslararası güçlerin ve aktörlerin durumları hakkında da çarpıcı tespitler yapılabilir.
Daha önce de söylediğimiz gibi bu sürecin harekete geçirdiği yeni hassasiyetler dünyanın birçok ülkesini içine alan adı konulmamış yeni bir soğuk savaş düzenini de tesis etmiş durumda.
Bugün bütün dünyada bu soğuk savaş düzeninin gerilimlerini, çatışmalarını yaşıyoruz. Bu süreçte özellikle 19. yüzyıldan beri büyük bir kibirle İslam dünyası üzerinde sömürgeciliğin keşif kolu gibi çalışan demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi söylemlerin İslam dünyası içindeki geçerlilik veya konvertibilite seviyeleri büyük hayal kırıklığı yarattı.
Söz konusu batılı değerlerin Batılı ülkeler tarafından bütün dünyada uygulanmak için değil, sadece kendi ülkelerinde uygulamak için düşündükleri, hiçbir evrensel yanları olmadığı görüldü.
Çünkü Arap dünyasında demokrasi, insan hakları, özgürlük, insanlık onuru talep eden Müslüman halklardı ve bunu vermemekte direnenler şimdiye kadar sırtlarını Batı’ya dayamış olan diktatörlerdi.
Arap Baharı’nın ilk dalgaları kıyılara vurduğunda çıkardığı sesleri Batılı kamuoyu ilk anda tanıdık buluyor ve Batılı zihniyetin fethi gibi algılayarak sevinçle karşılıyordu.
Öyle ya, telaşlanacak bir şey yoktu, Araplar da nihayet Batılı değerleri keşfediyor ve imana geliyorlardı.
Oysa yüzyıldır insanlık dışı bir sömürge ve istibdat altında yaşamakta olan Araplar için
ekmek, özgürlük, adalet ve onur
gibi kavramların batılı veya doğulu bir yanı olamazdı.
Belki onlar bu hengamede sömürgecilik bahsini açmayı gereksiz bile buluyorlardı, ama bu değerlerin eksikliğinin aslında yaşadıkları Batılı sömürge yönetimlerinden kaynaklandığını unutmuş değillerdi.
Bunu belki aynı yalanlarla uyutulmuş Batılı kamuoyu da bilemezdi ama galiba Batılı yöneticiler bilmiyor veya unutmuş değildi.
Şimdiye kadar
“İslam ve demokrasi”
başlıkları altında
“İslam ve demokrasinin neden uyuşmadığı”
soruları eşliğinde Müslümanların ensesinde boza pişirenler, şimdi Müslümanlardan gelen en güçlü demokrasi talebi karşısında ne yapacaklarını şaşırmış durumdaydılar.
Sahi demokrasi Müslüman halklar için uygun bir rejim miydi? Müslüman halklar için uygun ki Müslümanlar bunu talep ediyor, ama ya İslam ülkeleri gerçekten demokrasi ile yönetilirse, biz onları eskisi kadar kolay yönetebilir miyiz?

Bu soru Batılı zihniyete zoraki bir yakıştırma gibi görünebilir. Oysa gerek Türkiye’deki darbe teşebbüslerine yaklaşımlarında, gerekse de özellikle Mısır ve Libya’daki darbelere yaklaşımlarına baktığımızda bu konuda Batılı bakış açısını en iyi özetleyen sorudur.

Nitekim, Mısır tarihinin dürüst seçimlerle ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı’na karşı, seçildikten bir yıl bile geçmeden, başarısız oldu bahanesiyle yapılan
kanlı-katliamlı askeri darbeye darbe bile demediler.
Darbecilerin işledikleri katliamlara, keyfi tutuklamalar ve işkencelere rağmen onunla ilişkilerini hiçbir şey olmamış gibi sürdürerek adeta darbecileri ödüllendirdiler.
Batılı demokrasinin beşiği sayılan
Fransa, Libya’
da meşru yönetime karşı darbe yapan
Hafter
’le işbirliği yaparak onun katliamlarına, insanlık suçlarına ortak olmaktan çekinmedi. Suriye’de yaptıklarını saymıyoruz bile.
Buna mukabil Türkiye’de FETÖ’nün bir diziye bağladığı darbe teşebbüslerinin hepsini öyle veya böyle desteklediler.
Türk halkının 15 Temmuz’da yazdığı demokrasi destanına kör ve sağır kaldılar. Belki Avrupa’da bile emsali görülmemiş şekilde, halkın demokrasisine kanıyla, canıyla sahip çıkarken ortaya koyduğu savunma genel olarak demokrasi tarihinin altın sayfalarına yazılası bir destan, ama Avrupalılar bunu görmezden gelmeyi tercih ettiler.
Bunu yapmakla kalmadılar, başarısız darbeden sonra kaçan suçlulara kanat gerdiler,
onların Türkiye’ye, aslında demokrasiye karşı açtıkları savaşa bütün lojistik, siyasal ve finansal desteklerini vermeyi de ihmal etmediler.
Böylece Arap Baharı süreci aslında en önemli devrimlerden birini Batı dünyasının kendi değerlerinin evrensellik iddiasını çürütmesi, demokrasi ve insan hakları konusunda Batının yürütmekte olduğu moral üstünlüğü bitirerek yaptı diyebiliriz.
Arap Baharı sayesinde çok net bir biçimde görüldü ki,
İslam dünyasında demokrasinin asıl düşmanları
Müslümanlar veya İslam kültürü veya yerel güçler değil, bilakis bu ülkelere demokrasiyi fazla gören batılılar ve onların bu ülkelerdeki işbirlikçileridir.
Hatırlarsak Irak’a ABD askerlerinin gönderilmesi tezkeresi 1 Mart 2003’te TBMM’de reddedildiğinde ABD basınında
“Biz sahiden İslam dünyasında demokrasi istiyor muyuz?”
başlıklı yazılar yazılmıştı. Evet, özellikle Türkiye’de belki demokrasi istiyorlardı ama o kadar fazla, yani ABD’ye de hayır diyecek kadar, değil.

Arap Baharı hiç yapmadıysa bu devrimi yaptı ve tabii ki bununla kalmadı, kalmıyor.

#Arap Baharı
#Demokrasi