Aşırı sağın gölgesi ve Türkiye siyaseti

04:0027/01/2025, Pazartesi
G: 27/01/2025, Pazartesi
Turgay Yerlikaya

1990’larda yaşanan küreselleşme trendi ve 2000’li yılların başında istatistiklere yansıyan nüfus hareketlilikleri, farklı kültürlerin birbirleriyle temaslarını artırdı. İradi hareketlerin dışında birtakım mecburiyetlerle de ortaya çıkan göç olgusu en çok da hakim kültürün diğer kültürler üzerindeki etkisi üzerinden tartışıldı. Özellikle Batı’da çok kültürlülük başta olmak üzere birlikte yaşama üzerine yapılan teorik spekülasyonlar son on yılda yerini aşırı sağ ve popülizm gibi temalara bırakmış

1990’larda yaşanan küreselleşme trendi ve 2000’li yılların başında istatistiklere yansıyan nüfus hareketlilikleri, farklı kültürlerin birbirleriyle temaslarını artırdı. İradi hareketlerin dışında birtakım mecburiyetlerle de ortaya çıkan göç olgusu en çok da hakim kültürün diğer kültürler üzerindeki etkisi üzerinden tartışıldı. Özellikle Batı’da çok kültürlülük başta olmak üzere birlikte yaşama üzerine yapılan teorik spekülasyonlar son on yılda yerini aşırı sağ ve popülizm gibi temalara bırakmış ve özellikle Avrupa’da bu tür yapılar iktidara alternatif siyasal partilere evrilmişlerdir.

Son on yılda Fransa, İtalya, Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde ciddi bir toplumsal karşılık üreten bu yapıların temel motivasyonu yabancı karşıtlığıdır. İslam karşıtlığı gibi bir trend ile gündem olan bu yapılar zamanla bütün yabancıları içerisine alan bir spektrum oluşturmuş ve bu durum gün be gün etki alanını genişleten bir siyaset tarzı üretmiştir. Özellikle Almanya ve Fransa’da bu eğilimdeki partilerin iktidarı hedeflemeleri, demokrasi açısından ciddi bir meydan okuma olarak değerlendirilmiş, bu tür yapılar daha çok risk ve tehditleri üzerinden analiz edilmiştir. Trump’ın yeni dönemini, liberal demokrasi açısından tehdit olarak yorumlayanların değerlendirmelerine bu bağlamda bakmakta fayda var.


AŞIRI SAĞIN NORMALLEŞMESİ

2010 itibarıyla Avrupa’da çok daha belirgin olan aşırı sağ örgütler, toplumsal alanın işgal altında olduğu ve yerli kültürün bu işgale karşı direnmesi gerektiğini öne sürmektedirler. Göçmen ve beyaz ırkın doğum oranları üzerinden karşılaştırmalar yapan bu aktörler (tıpkı Türkiye’de yapıldığı gibi) kendi ülkelerinin istila altında olduğunu ve bu istilanın durdurulması gerektiğini savunmaktadırlar. Çeşitli dezenformasyonlar üreterek bu alanda bir korku iklimi yaratan söz konusu yapıların bireysel ya da kolektif şiddet eylemlerine ilham kaynağı oldukları da açık. Hatırlayalım 2011 yılında Anders Behring Breivik Norveç’te bir terör saldırısı düzenlemiş ve 77 insanı katletmişti. Çok kültürlülüğü, birlikte yaşamayı ve yabancıları bir tehdit olarak algılayan Breivik, bu tehditlerin nasıl ve hangi yöntemle sonlandırılması gerektiği üzerine de kafa yoruyordu. Manifestosunda kendisine ilham veren fikirleri çok açık biçimde ifade eden Breivik’in sonraki yıllarda gerçekleştirilen yabancı karşıtı katliamlara önemli ölçüde ilham olduğu da açık.


AŞIRI SAĞIN TÜRKİYE REPLİKASI
Suriye iç savaşı sonrası beklenmedik bir biçimde ortaya çıkan göç dalgasının Türkiye siyasetine etkisini de bu bağlam üzerinden ele alabiliriz. 2019 yerel seçimleri öncesinde belirgin bir hal alan sığınmacı karşıtlığı, birtakım partilerin ana gündemi olmuş ve özellikle Zafer Partisi bu konuda Avrupa’daki muadilleriyle benzer bir söylem alanı inşa etmiştir.
2019 sonrasında Türkiye ekono-misindeki kırılganlıkların da etkisiyle ivme kazanan göçmen karşıtlığı, 2023 seçimlerinde sonuçlara etki edebilecek bir kapasiteye ulaşmış ve seçimler öncesindeki birçok kritik olayda bu aktörler rol oynamıştır.
Hatırlayalım bu günlerde tartışılan bir isim olan Ümit Özdağ, “Sessiz İstila” adında bir film sipariş etmiş ve söz konusu filmde, Suriyelilerin 2043 yılında Türkiye’yi ele geçirdikleri üzerine bir senaryo işlenmiştir. Demografik tehdit algısı üzerine bina edilen filmde, Suriyelilerin on yıllar sonra Türkiye yönetimini ele geçirecekleri ve Türklerin iş bulmakta zorlanacağı gibi temalar konu edinilmiştir. Bir tür “istila” algısını işleyen bu filmin hem senaryo hem de finansman açısından bir siyasi parti tarafından desteklenmesi üzerine daha fazla düşünmek gerekiyor.
Batı’daki muadillerinin kötü bir replikası olan yabancı karşıtı aktörlerin Suriye Halk Devrimi ile boşluğa düşmeleri ve hedeflerine ulaşamamaları Türk demokrasi tarihi açısından önemli bir kazanım.

Bugünden bakıldığında hem güvenlik hem de demokratik standartlar açısından bir tehdit olan bu aktörlerin ne tür maliyetler ürettiği üzerine de düşünmek gerekiyor. Evet bugün Suriye sahasındaki gelişmeler bu tür aşırı sağ taklitlerin siyasal ve toplumsal karşılıklarını zayıflattığı bir zemini mümkün kıldı. Fakat aynı aktörler, Türkiye’de sadece Suriyeliler değil turistik amaçlarla gelen Araplara yönelik bireysel ve kolektif şiddeti besleyen bir zemini ilmek ilmek dokumuşlardı. Metroda, otobüste ve kamusal alanda öfke ve hınca maruz kalan Suriyeliler, aynı siyasi aktörler tarafından hedef gösterilmiş ve Türkiye’yi istila ettikleri üzerine bir hikaye aracılığıyla ötekileştirilmişlerdi.

Sosyal medyanın yanı sıra geleneksel medya aracılığıyla normalleştirilen yabancı karşıtlığının Türk siyasetini esir alamaması hiç kuşkusuz kolay olmadı.
Tarihin doğru tarafında duran bir siyasi liderlik örneği sergileyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, kendi politik geleceğini riske atma pahasına sığınmacıları desteklemesi aşırı sağın normalleştirilmesinin mümkün olmadığını gösterdi.
Bu konudaki bir diğer önemli isim de kamu otoritesinin gücünü somut biçimde ortaya koyan dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu idi. Bakan Soylu döneminde sığınmacılara yönelik hem bireysel hem de kitlesel kışkırtmalara karşı ciddi bir seferberlik söz konusu olmuş ve söz konusu olayların toplumsal infiale dönüşmemesi adına ciddi bir çaba sarf edilmiştir. Bugünden bakıldığında hızlıca geride kaldığı düşünülen bu hadiselerin bir daha yaşanmaması adına geçmişten çok fazla dersler çıkartılması gerekliliği ortada.
#Politika
#Siyaset
#Turgay Yerlikaya