Geçtiğimiz hafta yazdığım “yeni eğitime kim hazır?” yazısına çok büyük katkılar ve destekler aldım. Günlük eğitim sorunları yerine bu yazıları neden yazdığım çok soruluyor. Cevabı basit; eğitim günlük düşünülemeyecek kadar geleceği hedefler. Bu yüzden gelecek kavramına odaklanmak şarttır. Ben de tam olarak “geleceğe hazırlık” için eğitimin nasıl olması gerektiğine kafa yoruyorum. Biliyorum ki bugüne odaklı eğitim sistemi başarısızlık üretmeye mahkumdur. Düşünüyorum, ama hep aynı yerde takılıyorum;
Geçtiğimiz hafta yazdığım “yeni eğitime kim hazır?” yazısına çok büyük katkılar ve destekler aldım. Günlük eğitim sorunları yerine bu yazıları neden yazdığım çok soruluyor. Cevabı basit; eğitim günlük düşünülemeyecek kadar geleceği hedefler. Bu yüzden gelecek kavramına odaklanmak şarttır. Ben de tam olarak “geleceğe hazırlık” için eğitimin nasıl olması gerektiğine kafa yoruyorum. Biliyorum ki bugüne odaklı eğitim sistemi başarısızlık üretmeye mahkumdur. Düşünüyorum, ama hep aynı yerde takılıyorum; dünyanın en keyifli işi eğitim neden öğretmeniyle, öğrencisiyle, velisiyle hep birlikte mutsuzluk üretiyor. Oysa bu kadar “gelecek” üzerine inşa edilen bir sistemin umut ve refah üretmesi gerekiyor mu? Bunun birçok sebebi var ama bizim ülkemizdeki temel derdi belli; o da “skor odaklı” sistem mutsuzluk üretiyor. Bakın eğitim sistemimizin bazı sayılarını vereyim; üniversite önünde bekleyen 2 milyon 700 Bin, 8. sınıfı bitirip lise bekleyen 1 milyon 800 Bin, açık lise öğrenci sayısı 1 milyon 400 Bin, her yıl üniversiteden kayıt sildiren ortalama 400 Bin. Bu sayıların bir dili olmalı. Bu sayılar gittikçe şişiyor, şiştikçe kaygı artıyor, kaygı arttıkça umutsuzluk artıyor. Peki çözüm nasıl ve nasıl bakmak lazım; dün Cumhurbaşkanı Erdoğan üniversitelerin toplu akademik yıl açılış töreninde tek sınava dayalı sistemin sorun ürettiğini söylemesi bence sorunun çözümünü de işaret etti. Bu ülke skor odaklı, akademik başarı ve sınav odaklı sistemle artık yürüyemez. Şunu bilmeliyiz ki eğitim sistemleri çocukların farklılıklarını geliştirmeli ve onları köreltmemelidir. Oysa bizde bütün çocukları birbirine benzetmeye odaklı bir eğitim sistemi var bu da asıl zenginliğimiz olan farklılıkları ve bunun gereği olan zenginliği yok ediyor.
Ama bizim en büyük sorunumuz halen eğitimle refah ilişkisini anlayamamış olmamızdır. Eğitimle ekonominin, eğitimle kalkınmanın, eğitimle gelişmişliğin, eğitimle demokratikleşmenin ilişkisini artık anlamamız gerekiyor. Ülke kalkınmışlığı ve refahı için üretim, üretim için yeni ekonomi şart. Peki, bu ekonomi bilgi ve teknoloji temelli ise bunun içinde eğitim şart. Ama bu eğitim nasıl bir eğitim? Dünya Bankası raporuna göre; başarılı, yani iktisadi büyüme sağlayacak, bir eğitim reformunun üç ayağı var: Birinci ayak, fiziki eğitim yatırımlarından oluşuyor. Okul yapmak, sınıflara sıra koymak, çocuklara tablet dağıtmak gibi konular. Ne var ki, bunları yapmak tek başına yeterli değil. Bu alanda ne yaparsanız yapın üretken ve yaratıcı insanı yetiştiremezsiniz.
İkinci ayakta, eğitim sistemindeki tüm aktörlerin, kaliteye odaklanmasının teşvik edilmesi gerekiyor. Ayrıca, kalite için ezbere değil, yaratıcılığa odaklanılması şart. Yani soru soran, sorgulayan gençler yetiştirmek yerine, otoriteye itaat eden gençler yetiştirmek iktisadi büyümeye katkı yapmıyor. Öğretmenlerin ve yöneticilerin kaliteye odaklanabilmesi için öğrencilerin ve velilerin de kaliteli eğitim istemesi gerekiyor. Bunun için kaliteli eğitim almanın getirisinin yüksek olması lazım. Her şeye rağmen, bir şekilde eğitim kalitesini arttırsanız bile, eğitimli nüfusu istihdam edecek yenilikçi, Ar-Ge odaklı yerli veya yabancı firmalar ülkenizde yatırım yapmıyorsa, eğitime yaptığınız yatırım da büyümeye fazla katkı yapmıyor. Özetle, eğitim reformlarının iktisadi büyümeye dönüşmesi için yaratıcı bir eğitim sistemi ve yaratıcı yatırımları teşvik eden bir iktisadi ve sosyal ortam gerekiyor. Böyle bir ortamın oluşması için ise ülkelerin eğitim sistemlerinin daha üretken, daha birey odaklı ve daha yaratıcı olmasına ihtiyaç var. Bu da bizi eğitim reformunun üçüncü ayağına getiriyor. Nedir bu üçüncü ayak? Kamuya hesap verebilirlik! Bu ayak, eğitim politikalarını yönetenlerin, öğrencilerin, velilerin ve uzmanların görüşlerini dikkate almasını ve başarısız politikalar için hesap vermesini gerektiriyor. Eğitimi yöneten bürokratın, okul müdürünün hatta öğretmenin hesap verebilir olması için, dolayısıyla da eğitim reformunun üçüncü ayağının yere sağlam basabilmesi için en başta sistemin vatandaşı dinlemeye ve hesap vermeye niyetli olması gerekiyor. Türkiye’de bu konuda sıkıntılar olduğunu görmek zor değil. Örneğin somut olarak; her yıl kamu bütçesinden okullara ayrılan paranın sonucu olarak çocuklarımınız kaliteli eğitimden geçmediği ortada iken bunun hesabını soran yok. Özetle Türkiye’de, başarılı bir eğitim reformu için gerekli olan üç ayaktan ikisi yere sağlam basmıyor. Eğitimde gelişme dediğiniz şey sınavları değiştirmekle, öğretmen atamakla, okul yapmakla olmuyor. Eğitimde gelişme için iki kavrama odaklanmamız şarttır bunlar; “kalite ve hesap verebilirlik” işte ben ülkenin tek kaynağı gençler olduğu için onların kaliteli eğitim almasını istiyorum. Bu yüzden liderlerden bunları konuşmalarını beklemek hakkım diye düşünüyorum.