Irak’ta olup bitenler

04:0028/07/2022, Perşembe
G: 27/07/2022, Çarşamba
Süleyman Seyfi Öğün

Zaho’da yaşanan ve sivillerin ölümüyle neticelenen saldırının hemen akabinde, gerek resmî gerek sivil düzlemlerdeTürkiye karşıtı yoğun bir kampanyabaşlatıldı. Türkiye, bu saldırının sorumlusu ilân edildi. Dahası, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki askerî varlığı hedef alındı. Türkiye’nin unsurlarını derhâl geri çekmesi istendi.Hâdisenin gerçekleşmesi ile kampanyanın başlatılması arasında çok kısa bir zaman olduğunu görüyoruz. Kamuoyundan duygusal tepkilerin gelmesi, Türkiye aleyhtarı sokak gösterilerinin

Zaho’da yaşanan ve sivillerin ölümüyle neticelenen saldırının hemen akabinde, gerek resmî gerek sivil düzlemlerde
Türkiye karşıtı yoğun bir kampanya
başlatıldı. Türkiye, bu saldırının sorumlusu ilân edildi. Dahası, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki askerî varlığı hedef alındı. Türkiye’nin unsurlarını derhâl geri çekmesi istendi.

Hâdisenin gerçekleşmesi ile kampanyanın başlatılması arasında çok kısa bir zaman olduğunu görüyoruz. Kamuoyundan duygusal tepkilerin gelmesi, Türkiye aleyhtarı sokak gösterilerinin yapılmasını bir dereceye kadar anlıyorum. Kitleler çok kolay kışkırtılıp sokağa dökülebilir. Ama, tabiî ki mevcutsa, devlet otoritesi bunun dışında kalır ve soğukkanlı bir şekilde hâdiseyi inceler ve gerçek sorumluların ortaya çıkarılması için elinden geleni yapar. Ama Zaho saldırısı için bu olmadı. Irak siyâsal ve resmî odakları, doğru düzgün hiçbir araştırma yapma gereği duymadan, elbirliği yaparak Türkiye’yi saldırıdan sorumlu tutma ve kınama yarışına girdiler.

Irak’tan hiç de hoş olmayan haberler geliyor. Gösteriler devâm ettiriliyor.
Süreç geniş çaplı bir Türkiye düşmanlığına evriliyor.
En son Musul’da olduğu üzere Türk misyonları saldırıya uğruyor, Türk bayrakları yakılıyor, lokantalara “Buraya Türk giremez” uyarıları asılıyor. Buradan da anlaşılıyor ki, bu h
azırlanmış bir süreç ve derinleştirilmek isteniyor.
Zaho saldırısı, Tahran Zirvesi’nin hemen ardından
gerçekleştirildi. Bu zirve, kabûl etmeliyiz ki, isteneni vermedi. İran ve Rusya, Türkiye’nin Sûriye’de yapmayı düşündüğü harekâta karşı olduklarını açıkça ortaya koydu. Türkiye ise bu husustaki kararlılığının altını çizdi. T
ahran Zirvesi, Rusya-İran ilişkilerinin pekişmesine, Türkiye’nin ise bunun kenarına düşmesine
sahne oldu. Akabinde, Sûriye’de,
rejim ile PYD arasındaki yakınlaşmaya
şâhit olduk. Harekâttan korkan PYD, rejim, daha doğrusu Rusya ve İran’ın kanatları altına sığındı. Rusya ile kanlı bıçaklı olan ABD ve AB çevreleri ise, her ne sebeptense bundan fazlaca gocunmadılar. Artık şunu görmek zorundayız:
İran ve Rusya’nın, PKK/PYD’nin Irak ve Sûriye’deki varlığından birinci derecede ve kategorik olarak rahatsız olduğunu söylemek zor.
PKK/PYD ile ilişkilerini, iplerin ABD ve AB’nin elinde olduğunu biliyor olsalar da, el altından ve dolaylı olarak devâm ettiriyorlar. Çünkü Sûriye umurlarında değil.
İran’ın odağında esas olarak Lübnan var.
Sûriye İran için lojistik-askerî düzeyde ihtiyaç duyduğu bir saha. Tedârik zincirinin, Türkiye tarafından kırılmasına karşı çıkıyor. Son zamanlarda İsrâil’in, Lübnan sularında doğal gaz çıkarmasını ve Hizbullah’tan gelen tepkileri dikkâte alacak olursak, vaziyet İran açısından hayli kritik. Bu aşamada Türkiye’nin Sûriye’ye müdahale etme ihtimâlinden son derecede rahatsız. Sûriye’de PKK/PYD ile işbirliği yapmayı, kendi cephesinin emniyeti açısından son derecede kritik görüyor.
Rusya ise, esas olarak Akdeniz’de var kalmak derdinde.
Sûriye’nin kıyı şeridinde tutunmayı, en fazla Fırat’ın batı tarafında kontrolü elinde tutmayı istiyor. Türkiye’ye, Fırat’ın batısından uzak durmasını; harekâtı eğer çok istiyorsa,
ABD’nin hâkim olduğu doğusuna y
apmasını tavsiye ediyor.
Irak’taki tablo
daha da karışık. Burada İran-Türkiye gerilimi keskinleşiyor. Buna bağlı olarak da
İran-PKK/PYD işbirliği daha da keskinleşiyor.
Haşdi Şâbi-PKK ittifakı tam da buna işâret ediyor. Mesele sâdece lojistik-askerî bir mesele değil.
İran, Irak’ın petrol ve doğal gazının Türkiye üzerinden geçmesini, buna Körfez kaynaklarının da dâhil olmasını istemiyor.
Âzerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaşın Azerbaycan’ın zaferi ile neticelenmesinin akabinde
Güney Kafkasya’da uğradığı kayıpları Irak’ta telâfî etmek hususunda çok kararlı.
Irak târihsel olarak zâten Türk ve Fars imparatorlukları devrinden beri bir rekâbet ve çatışma alanı olduğunu; lâkin İran-Türkiye savaşının iki tarafa da hayır getirmediğini de biliyoruz. Gâliba
Kasr-ı Şirin’in sarsıldığı
günlerden geçiyoruz. İran, katıksız olarak,
Türkiye’nin Irak’dan sökülüp atılmasını, Erbil-Ankara bağının kopartılmasını
istiyor. (İsrâil’in bu gerilimi mutlulukla seyrettiğini düşünüyorum).

Zaho’da yaşananlar ve Irak’ta başlayan büyük kampanya bu gelişmelere dayalı olarak anlaşılabilir. Eş anlı olarak ABD-AB-Rusya-İran tarafından sıkıştırılan Türkiye ne yapacak? Nasıl olur bilemem ama, gâliba kendi göbek bağını kendisinin kesmesinden başka çâre yok. Son aylarda verdiğimiz şehit sayısı 50’yi aştı. Bu durum pek de sürdürülebilir görünmüyor.

Son olarak gösterilerde yer alan Iraklı kamuoyuna bir çift lâf etmeden geçemeyeceğim. Memleketlerinin bağımsızlığı için yollara düşen ve Türkiye’nin varlığının buna halel getirdiğini haykıran Iraklılar, ABD işgâli esnâsında, hattâ sonrasında neredeydiler? Aynaya bakıp hatırlamaları iyi olur: Kurtarıcıları(!) ABD askerlerinin postallarını öperek mi oluyor bağımsızlık?

#Irak
#Zaho
#İran
#Türkiye