İnsanın toplumsal bir varlık olduğu ezber bir bilgidir. Toplumsallık çok geniş bir dâire. Buna, daha özgül bir ağırlık olarak onun kamusallığını da eklemek lâzım gelir.Bence de kritik olan odur. Çünkü neyin ne olduğu kamusal ilişkilerde ortaya çıkar. Bireyin mahrem çevresinde sağladığı garantili düz orantılı toplumsallaşmasının birikimi; çelişkiler, farklılıklar ve sürprizlerle yüklü olan ters orantıların hüküm sürdüğü kamusal toplumsallaşmasına çarpar. Esas bu çarpışmalardır belirleyici olan.
İnsanın toplumsal bir varlık olduğu ezber bir bilgidir.
Toplumsallık
çok geniş bir dâire. Buna, daha özgül bir ağırlık olarak onun
kamusallığını
da eklemek lâzım gelir.Bence de kritik olan odur. Çünkü neyin ne olduğu kamusal ilişkilerde ortaya çıkar. Bireyin mahrem çevresinde sağladığı garantili düz orantılı toplumsallaşmasının birikimi; çelişkiler, farklılıklar ve sürprizlerle yüklü olan ters orantıların hüküm sürdüğü kamusal toplumsallaşmasına çarpar. Esas bu çarpışmalardır belirleyici olan.
Kamusal ilişkilerin târihine dâir ortada çok teferruatlı çalışmalar mevcuttur. İlk örüntü, görece sivil düzlemde tezâhür eden, içinde her nev’i
agoralar
ve ona müzâhir çevrelerdir. Bununla eş zamanlı olarak
siyâsal kamusallıklar
da sahneye çıkar. İkincisinin, ilkinden hiç haz etmediği de bilinir. İlkini logos’una aykırı, yâni kaotik bulur. Ticârî dolaşımı yok etmek elbette mümkün değildir. Bu yüzden onu vergiye bağlamak, bastırmak, kontrolü altında tutmak ister. Agora da onun sağladığı emniyete ihtiyaç duyar. Hâsılı,
agora kamusallığı ile siyâsal kamusallık,
birbirlerinden hiç hoşlanmasalar da, kuyrukları birbirine bağlanmış düşman kardeşler olarak varlıklarını devâm ettirirler.
Siyâsal kamusallık, antik devirlerde aristokratik saray kamusallıklarına evrilirler. Saray kamusallığı, kamusal sâhayı kıskançlıkla kendisine mahsus tutmak ister. Avâm buna çok mahdut ölçülerde, belirli ritüeller ve oyunlar ölçeğinde dâhil edilir. Saray kamusallığının tekçi yapısını kapitalizm ve burjuva gelişmeler aşındırdı. Burjuva kamusallık -buna edebî kamusallık diyenler de vardır- saray kamusallığının kültürel hegemonyasını geriletti. Ama daha derinde, yükselen
kapitalist üretim, mübâdele
ve tüketim ilişkileri kurulu kamusallığın cenderelerini parçaladı. İlk olarak üretimi hâne hâricine çıkardı, imâlathânelerde, giderek fabrikalarda örgütledi. Bu, üretim tarzının kamusallaşması mânâsına geliyordu. Ekonomipolitik disiplini tam da bunu gösterir. Bu, mübâdele tarzını da değiştirdi. Geleneksel agoralar, parasal ilişkilerin yoğunlaştığı piyasalara dönüştü. Piyasaların etrâfında çok farklı, sivil kültürel yapılar tezâhür etti.
Burjuva kamusallığı
da burada, okuma salonlarında, kütüphanelerde, neşriyat kuruluşlarında, kafelerde kendisine yer buldu. Bujuvaların, aristokratlara karşı geliştirdiği eşitlikçi fikirler, nihâyetinde zirâi dünyâlarda mülksüzleştirilmiş ve kentlere yığılmış lümpen kitlelerin, ekonomide üretkenleşip tüketkenleşmesine; siyâsette ise cumhûriyetçi ve demokratik değerler istikâmetinde, temsil ve katılım boyutlarıyla yurttaşlaşmasına ve kapitalist sisteme dâhil olmasına katkı sağladı. Burjuva kamusallığının inşâ ettiği fikirler, nihâyetinde
muhayyel
ve uçucuydu. Öznel bir kamusallıktı bu. Modern târih, burjuva kamusallıklarında üretilen dilek yüklü fikirlere göre değil, maddî süreçlerin derin çelişkilerine göre işledi. Hükmünü veren, kamusal târihin maddî dönüşümüne işâret eden kapitalist üretim, mübâdele ve tüketim tarzının oldu. Hâsılı
ekonomipolitik kamusallığın
fendi
, burjuva kamusallığında i
mâl edilen rüyâları yendi. Burjuvaların özgürlük düşleri, aslında her “kazanımında” yenildi. Katılım ve temsil ne kadar genişlediyse kontrol ve baskılama mekanizmaları (pan opticon) ondan bir kaç kat incelerek gelişti.
Sanâyî kapitalizminin derin çelişkileri onu içinden aşındırdı. Ekonomide düşen, düşmeye de mahkûm olan verimlilik oranları üretim ilişkilerini çözdü. Merkezkaç dinamikler üretimin merkezî yapısını dağıttı. Tekmil müesses dünyâ ve bürokrasileri açığa düşürdü. Kamusal hayatın üretim-tüketim dengesi bozuldu.
Kamusal hayatların kültürelleşmesi ve tüketim kamusallıklarının
zuhûru aynı sürecin iki yüzüdür. Bu değirmenin suyu aşırı finansallaşmalar, kredi kapitalizmi, kumar kapitalizmi vb sıfatlarla anılmaya başlayan kamusal hayâtın nevzuhûr maddî gerçeklerinden geliyordu. Kamusal hayatların kültürelleşmesi de bunun fonksiyonuydu. Burjuvalar bu süreçlerde düşkünlüklerinin zirvesine ulaştılar. Üretim sönümlendiği ve dağıldığı, sınıfsal yapılar savrulduğu için çarpıklıkları artık yakalayamıyorlardı.
Ekonomipolitikten arta kalan sâdece politikti.
Onunla, yâni devlet, ulus ve bürokrasiyle kavgaya tutuştular. Bu kavganın bahanelerini bulmak; toplumcu reflekslerine kanallar bulmak zorundaydılar. Bunun yolu da
devlet, ulus ve bürokrasilerin örselediği, cinsiyet,etnik ve dinsel temelinde her sivil katmanla, en plastik düzeyde hâmilik ilişkileri kurmaktan
geçiyordu. Biraz kuş uçumu baktığımda burjuva erilliğinin derin örseleyici kaynağını oluşturan
baba meselesine dâir bir psikodinamiğin
bu serencamda başat rol oynadığını düşünürüm.(Yeni veyâ WOKE solculuğunun ileri gelenlerinin biyografik serencâmları, bilhassa püritan babalarıyla olan ilişkileri hârika bir doktora tez konusu olurdu). Yeni nesil burjuvalar üretim tarzındaki dönüşümü tâkip etmediler. Etseler bile Asyagil yeni üretim sâhalarında karşılarına o nefret ettikleri, ama bir türlü de öldüremedikler babalarını çağrıştıran ve çok defâ çoğunlukların desteğini de sağlayabilen paternalist eli sopalı bürokrasiler çıkıyordu. (Târifi gereği paternalist olan ekonomipolitiğin yeni vatanı Asya idi). Yeni burjuva nesiller, dedelerinin hattâ babalarının afyonlayıp efsunladığı bir dünyâyı bıraktılar ve kendilerine tuhaf afyon bağımlıkları geliştirdiler. Dedeleri, babaları hem afyon-efsûn imâlatçısı, tedârikçisi hem de bağımlısıydı. Son burjuva nesiller ise ne imâlatçı ne tedârikçiydi. Onlar doğrudan tüketici, afyonkeş-efsunkeş oldular. Tekmil tezleri, nihâyetinde o beğenmedikleri dede ve babalarının imâl ettiği
Aydınlanma’nın sekiz on maddelik bildik tezleriyd
i. Hâsılı, yine babalarına mağlup oluyorlardı. (Habermas’ın Aydınlanma’nın tamamlanması misyonunun izâhı ne olsa gerekir?)
Bu süreç aynı zamanda bir gettolaşmayı da düşündürüyor. Evvelâ kendi hayat tarzlarını düzelttiler. Baba yâdigârı püritanlığın bastırdığı ne varsa açığa çıkardılar.
Liberalleşmeleri depüritanizasyonlarının fonksiyonudur
aslında. Hoş, her depüritanizasyon, yâni
arınmacılıktan arınma
da aslında püritenleşme arzusunun bir göstergesi değil midir? (Son durak minimalizm). Hâsılı, babadan kurtuluş babaya bir defâ daha yenilmekle bitiyor. Üstelik bu, babalarından farklı olarak dünyânın arındırılmasından kopuk bir öz arınma ise durum daha vahim değil midir? Evet, son bir arınmayla o lânet, dinozor babalarının toplumsallaşmalarına zerk ettiği püritan unsurları tasfiye ettiler. (Türkiye’nin 1980’den sonraki kültürel iklimi, belki de sâdece Atıf Yılmaz sineması ne kadar çok şey anlatıyor). Hâsılı, son burjuvalar kendi dâirelerinde veyâ gettolarında kendi kültürel tüketim kamusallıklarını kurdular. Meyhaneler, kafeli kitapçılar, lezzet sürprizi lokantalar, cep tiyatroları, akustik müzik kulüpleri, caz barlar, yoga dersleri, belediye şenlikleri, keşif tutkulu turizm, el değmedik sâhil kasabaları, çılgın bijüteri ilh.... Burjuva kamusallığının gettolaşmasıdır bu. Bu gettolarda avâmın fenalıkları, kabalıklarına dâir kahırlara, dezavantajlı gruplara dâir popülist söylemler eşlik eder.
Devam edeceğim..
#Toplum
#Aktüel
#Süleyman Seyfi Öğün