Siyâsetin küreselleşmesi, iç siyâsetlerin kapalı dünyâsını açtı. Bu başlangıçta hayra yorulabilecek bir gelişme olarak algılandı. İyimser yoruma göre, Soğuk Savaş'ın ürünü olan kapalı rejimler artık bildiklerini okuyamayacak, dünyâ kamuoyuna hesap verecekti. Burada mühim olan, sürecin “moralpolitik” referanslarının ne olacağıydı? Bu durumu târihsel bir fırsat olarak okuyan hâkim siyâset paradigması tempolu, enerjik arayışlara girdi. İlk bakışta görülen klâsik liberâl doktrin ağır eleştirilere mâruz bırakılmasıydı. Teorik düzeyde aralarında ciddî anlaşmazlıklar bulunan “liberâl” öğreti ile “demokrasi”, Soğuk Savaş sürecinde zoraki bir evlilik yapmış, iyi kötü bir geçim dünyâsı kurmuşlardı. Artık bu evlilik sürdürülemezdi. Doğrusu bu hükmü anlamakta hep zorlanmışımdır. Ama artık fotograf hayli berraklaştı. Bütün mesele, demokrasinin “yeniden bölüşümcü” reel pratiğini sonlandırmaktı. Ayrıntılarına girmeyeceğim, ama temelde bunun sebebi de, sermâyenin yeniden yapılandırılmasıydı. Yeni sentez, “liberâl öğreti" ile “kültürel demokrasi” arasında olacaktı. Yeni sentez, “aşılmaz ekonomik yasalar”la (mâhut ekonomizm) demokrasiyi baskılıyor ve bir “siyâsal ekonomi” olarak sürdürülmesinin önünü alıyordu. Buna göre “özgürlük”, klâsik liberâl teorinin öngördüğü üzere “bireysel” değil, “topluluksal” (komüniteryen) olabilirdi. Demokrasi ise, “toplumsal sınıfların” değil, “toplulukların” temsiline dayanan demokrasi olacaktı. Hâsılı, liberâl demokrasinin o günlere kadar birlikte ihmâl ettiği, hattâ kimilerine göre baskılayıp siyâsetten men ettiği kültürel alanlar, “kültürel demokrasi” ya da “kültürlerin liberâlleştirilmesi” olarak devreye sokuldu ve siyâsetin yeni renklerini ve girdilerini oluşturdu.
Yeni siyâsal teolojinin etkilerinin her yerde aynı olmadığı ortaya çıktı. Sanayileşme süreçlerini kâmilen yaşayan merkez dünyâda, yeni teolojinin pratikteki etkisi, toplumsal dokuda ağırlıklı bir yer tutan ve terletici rutinlerden bunalmış orta sınıflar için hayli ferahlatıcı oldu. Orta sınıf egoizmi, tüketimde ödülleri olan ve “aklını kullan, fırsatları yakala, dünyâ kazanımlarını arttır; gerisini boş ver” diyen ekonomizmin gerekleriyle çakıştı. Bu bize, haberleşme imkânlarıyla küreselleşen yeni orta sınıf ideolojisinin çerçevesini veriyor. Yeni küresel orta sınıf, yarışta kaybeden, düşenlere aldırmayan; bir gün kendisinin de düşebileceğini hesâbetmekten âciz olarak kültürelleşen bir dünyânın tadını çıkarmaya yöneldi. Bütün mesele, yeni orta sınıf dünyânın neyi kültürel olarak alacağıyla âlâkalıydı. Buradaki “mâkul sınırlar” paganlık ve egzotizmdir. Bugünün dünyâsında lâik olmak kültürel olarak paganlık sempatisiyle ölçülmektedir. Bunların ezoterik olması ayrıca artı puandır.
Kültürel çeşitlilik, “az” ve “nâdir” olan alanların çokluğuyla anlam kazanabilirdi. “Az” ve “çok” olan ne varsa yeni orta sınıf kültüralizminin ilgi ve sempati dâiresine girebilir. Yeni solun şekillenmesi bu ilgi ve sempatinin fonksiyonudur. Ama “az” olması beklenen bir “çokluk” olarak tezâhür ederse, minimalist orta sınıf buna hemen îtiraz edecek ve bu defa sempatinin yerini derin bir antipati ve yabancı düşmanlığı alacaktır. Çünkü yeni hâkim paradigmada, "çok” olan “ağır” gelir ve “kirletir”. Bu da merkez dünyânın siyâsal toplumlarında yeni sağın temsil ettiği yabancı düşmanlığını açıklıyor. Hâsılı POGİDA ve onu protesto edenler bu sarkaçlanmanın iki durağıdır.
Aynı paradigma yarı-merkez dünyâda bambaşka durumlar ortaya çıkardı. Kültürlerin siyâsette temsili, beklenmedik ölçülerde “kütlesel” ve “organik”ti. Özellikle İslâm coğrafyasındaki tablo buydu. Bu tablo kültürel dünyânın mâkul sınırlarının üzerinde bir “çokluk” ve “ağırlık” yüklüyordu. Dolayısıyla “kirliydi”. Dünyâyı tehdit eden bu ağırlıklar dağıtılmalıydı. Önce bir ayıklamaya gidildi. Bakış ve değerlendirme sosyolojik değil, tamamıyla ideolojiktir. Orta sınıf beklentilerin tahammül edeceği, azınlıkları temsil eden yerleşik ve hâkim dinlere mesâfeli toplulukların siyâsal varlıkları siyâsal kabul endekslerine dahil edildi. Kürt ve Alevi toplulukların durumu böyledir. Bu arada Myanmar'daki Müslümanların durumu nedense böyle değildir. İkinci olarak, kirli çoğunluğun daha da kirletilmesi ve böylelikle daha da îtibarsızlaştırılmasına gidildi. Bunun pratikteki karşılığı “kirli” Sünnî “ağırlığa” , “Hâricî” bir başka ağırlık bindirmek oldu. Üçüncü aşamada, Şiî ağırlığı hafifletmek ve sempatikleştirmek var. Kültürel demokrasi tecrübesinin “ağır” ve “kirli” sonuçlarından gınâ getirmiş ve liberâl metafiziğe gömülmüş; küresel entelektüel net worklere bağlı orta sınıf aydınların tepkileri ise sürecin katalizörü.
Yezidîlerin başına gelenler, göstere göstere kafa kesenler, kadınların ırzına geçenler, Antik Palmira şehrinin yıkımı, çevreci ve doğaya saygılı militanların yaşadığı ve Mezopotomya'nın ruhûnu yaşatan Kandil; (ney ya da tanbur değil) bağlama çalan ve Türkiye'nin kadınları özgürleştiren lâik kazanımlarını derinleştirme çağrıları yapan, çocuklarına piyano dersleri aldıran bir orta sınıf yakışıklısı, öz Türkçe konuşan lider imgesi bir büyük fotografta biraraya geliyor. Bakalım, önümüzdeki seçimde, Hâricî baskıyla ayartılmış dindâr Kürt seçmenler ve Türkçü karşıt paganlığa savrulma potansiyeli taşıyan dindâr Türk seçmenler ne yapacaklar? Yaşayan görür...