Yeniden usul-i kadim ve usul-i cedit

04:001/01/2025, Çarşamba
G: 2/01/2025, Perşembe
Selçuk Türkyılmaz

Türkiye, FETÖ ve PKK gibi bağımlı yapılarla onlarca yıldır etkin bir mücadele vermiş olsa da gerek Batı kökenli ideolojilere gerekse de anılan örgütlerin bağımlılık ilişkilerinden doğan fikirlere daima savunmacı bir tutumla cevap üretmektedir. Bunlar iki yüz yıldan fazladır devam eden bir sorunun günümüze yansıyan biçimleridir. Geçmişte Avrupa medeniyeti karşısında yeni bir tutum geliştirebilmek için ortaya çıkan ideolojiler ya terk edildi ya da bunlar aracılığıyla yeni çözümler üretilemedi. Dolayısıyla

Türkiye, FETÖ ve PKK gibi bağımlı yapılarla onlarca yıldır etkin bir mücadele vermiş olsa da gerek Batı kökenli ideolojilere gerekse de anılan örgütlerin bağımlılık ilişkilerinden doğan fikirlere daima savunmacı bir tutumla cevap üretmektedir. Bunlar iki yüz yıldan fazladır devam eden bir sorunun günümüze yansıyan biçimleridir. Geçmişte Avrupa medeniyeti karşısında yeni bir tutum geliştirebilmek için ortaya çıkan ideolojiler ya terk edildi ya da bunlar aracılığıyla yeni çözümler üretilemedi. Dolayısıyla Batı merkezli ideolojiler ve bağımlılık ilişkilerinden doğan fikirler zihinleri çok rahatlıkla kolonize etti. Fikren savunmasız bir durumda olduğumuz çok açıktır.

İsrail Gazze’de ve daha sonra Lübnan’da yayılmacı saldırganlığı geçmişe göre daha acımasız bir şekilde sürdürüyor. Burada gözlerden uzak tutulan önemli bir ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum. İsrail soykırım suçları da dâhil olmak üzere saldırganlığını 19. yüzyıl Avrupa kolonyalizmi içinde şekillenen Siyonizm ideolojisi ile temellendirmektedir. Bu ideoloji onlara ve umumî olarak Batı dünyasına bir bakış açısı sunmakta ve bir gaye etrafında birlik olmalarını sağlamaktadır. Siyonizm Avrupa’da ve ABD’de çok katmanlı toplumsal destekten güç devşiriyor. Bütün dünyanın aynı anda şahit olduğu gibi Avrupa ülkeleri ve ABD, bir soykırım ideolojisi olarak tescillenmesine rağmen Siyonizm’e desteğini sürdürmektedir. Bu durumu izah etmek için psikolojik kaynaklara da yönelmek gerekir. Onları Siyonizm gibi bir ideolojide birleştiren en önemli unsur, 19. yüzyıla dönüş arzularıdır. Batı dünyasında yeniden yükselişe geçen ırkçı ideolojileri dönüş arzusunun kanıtları olarak görebiliriz. 19. yüzyılda Avrupa kolonyalizmi zirveye ulaşmıştı. Dolayısıyla dönüş arzusu yeni bir hegemonya biçiminin ihyası anlamına gelir.

Batı merkezli kolonyal ideolojiler elbette Siyonizm ile sınırlı değildir. Bu ideolojilerin ortak özelliği uygarlık misyonunu üstlenmiş olmalarıdır. Batılı değerleri diğer dünyalara taşıdıkları inancını benimsemişlerdi. Rudyard Kipling bu durumu “Beyaz Adamın Yükü” olarak tarif etmişti. Beyaz Adam uygarlık misyonu ile en son doksanlı yıllara damgasını vurdu. Bu kez demokrasi götürme heyecanı ile yola koyuldular. Ne yazık ki bu heyecan rüzgârı Türkiye’yi de derinden etkiledi. Fakat doksanların önceki dönemlerden çok önemli bir farkı vardı. Türkiye’nin Batı karşısında direnç hattını temsil eden muhafazakâr ve milliyetçi çevreler bu yeni ideolojik saldırı karşısında çok güçlü bir çözüm üretemedi. Çünkü bağımlılık ilişkileri içinde şekillenen fikirlerin kapsam alanı genişlemişti. Milliyetçi, muhafazakâr ve dindar gruplar FETÖ gibi emperyal merkezlerle ilişkileri çok açık olan yapı karşısında durmakta aciz kaldı. Bunun en önemli gerekçesi yeni fikirlerin üretilememesiydi. Geçmişten miras kalan içe dönük bakış, ideolojik bir zaaf olarak hem misyonerlere hem de bağımlı yapılara geniş bir alan açtı.

19. yüzyılda ve yirminci yüzyılın ilk yarısında emperyal merkezlerle bağımlılık ilişkileri çerçevesinde ortaya çıkan yapılar daha çok kozmopolit kültürlerin ürünüydü. Bu sebeple Osmanlı coğrafyasında öncelikle gayr-i Müslimler ticarî alanda ön plana çıktı. Zaman içinde Türk ve Müslümanlar da ilişki ağlarına dâhil oldu. Hâlbuki ideolojik temeller üzerine inşa edilmiş yapıların bu ağlara dâhil olacağı düşünülmüyordu. Bu, kendi başına inanç ve milliyet duygusunun güçlü bir bakış açısını sunamadığını gösterir. Doksanlı yıllarda milliyetçi, muhafazakâr ve dindar grupların uygarlaştırma misyonu karşısında çözüm üretememesi oldukça öğreticidir. Bu grupların direnç üretememesi Batılı kaynaklar karşısında öğrenci psikolojiyle hareket etme alışkanlığının yaygınlaşmasıydı. Direnç üretmesi gereken düşünme biçimleri gayr-i millî kimliklerin tarlası hâline geldi. Çünkü bunlar yetmişli yıllardan itibaren ideolojisiz bir dünya hayal etmişlerdi. ABD liberalizmi de ideolojisiz bir dünyayı selamlayarak doksanların hâkim düşünme biçimi oldu. Bu çerçevede geçmişte ortaya çıkan ideolojileri suçlamanın en büyük zaaf olarak karşımıza çıktığını söyleyebilirim. Türkiye özelinde çoğunluk, gönüllü olarak ideolojilere karşı bir tutum geliştirmişti.

Yeni bir ideolojiye bağlanmanın çare olmayacağı çok açıktır. Fakat yeni kuşakların kendini tanıma ve konumlandırma arayışında ciddî sorunlarla karşılaştıklarını da görmemiz gerekir. Yöntem sorunu ile bir kere daha karşılaştık. Eskiler usul-i kadim ve usul-i cedit arasındaki karşıtlıktan son derece yararlı sonuçlar çıkarırdı. Fakat zaman içinde benimsediğimiz yöntemler vatan, millet ve dine yabancılaşan gruplara zemin hazırladı. Dolayısıyla yeni bir yöntem tartışmasını gündeme getirmek gerekiyor. Usul-i cedit kavramını bu kez zihniyet dünyası bakımından tartışmak gerekiyor.

#FETÖ
#Selçuk Türkyılmaz
#Vizyon 2025