Türkiye’de FETÖ elebaşının ölümüyle ilgili yazılarda örgütün dışarıdan güdümlü yıkıcı faaliyetleri üzerine kapsamlı analizlere yer verilmediği görülüyor. Ne yazık ki bu, çok da şaşırtıcı bir durum değil ve 15 Temmuz’dan sonra dahi FETÖ’cülerin bağımlılık ilişkileri derin analizlere tabi tutulmadı. Bundan, birinci derecede dindar muhafazakâr gruplar ve bireyler sorumluydu. Bu çerçevede FETÖ, bağımlı bir yapı olarak analiz edilmeli ve değerlen-dirilmeliydi. Yine de geç kalmış sayılmayız. Fırsatın
Türkiye’de FETÖ elebaşının ölümüyle ilgili yazılarda örgütün dışarıdan güdümlü yıkıcı faaliyetleri üzerine kapsamlı analizlere yer verilmediği görülüyor. Ne yazık ki bu, çok da şaşırtıcı bir durum değil ve 15 Temmuz’dan sonra dahi FETÖ’cülerin bağımlılık ilişkileri derin analizlere tabi tutulmadı. Bundan, birinci derecede dindar muhafazakâr gruplar ve bireyler sorumluydu. Bu çerçevede FETÖ, bağımlı bir yapı olarak analiz edilmeli ve değerlen-dirilmeliydi. Yine de geç kalmış sayılmayız. Fırsatın kaçtığı ya da geç kalındığı gibi ayartıcı müdahalelere kıymet verilmemeli, zihniyet değişimlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkabilecek kimi müdahaleler Anglosaksonların küresel tasarımları bağlamında değerlendirmelidir. Çünkü FETÖ, örgüt olarak Anglosaksonların küresel tasarımlarında vazgeçilmez unsurlardandır.
FETÖ en radikal değişimlerinden birini 2013 ve 2014’te yaşadı. Örgüt o zamana kadar zihniyet yapısı ve faaliyetleri itibarıyla vatan, millet ve din ile bağlantısını koparmış olmasına rağmen kitlesel olarak Türkiye ile ilişkiliydi. Anglosaksonlar 2013’te aynı anda hem Mısır’a hem de Türkiye’ye müdahale etmiş fakat FETÖ’cüler sütre gerisinde kalmıştı. Bu, bir hata olarak görülemez zira örgütsel tecrübeleri kitlesel eylemlere karışabilecek düzeyde değildi. FETÖ, yapısı gereği açık alanda faaliyet yürütmemiş, daima belirli güç merkezlerine yaslanarak alan genişletmişti. Oldukça katı bir hiyerarşi içinde yer aldıkları için sorumluluk duygusu gelişmiş bireylerden de yoksundular. Bu açığı hiçbir zaman kapatamadılar. Fakat 2014’ün başlarından itibaren, özellikle MİT Tırlarına saldırdıktan sonra Türkiye ile kitlesel bağları da koptu. O zamana kadar zihniyet değişimi tamamlanmıştı.
Zihniyet yapısı itibarıyla değişim tamamlandığı için Türkiye ile bağların kopmasından sonra hızla yurt dışına taşındılar. Bu, 2014’ten sonraki bir hadisedir. Böylelikle üç ana değişimini tespit etmiş olduk: zihniyet yapısının başkalaşması, Türkiye ile bağların kopması ve yurt dışına taşınma. Örgütün müdahale alanları göz önünde bulundurulduğunda üç ayrı değişimin yeni bir döneme işaret ettiği çok açıktır. Örgüte biçim verenlerin “hicret” kavramını kullanması sıradan bir hadise değildir. Bu kavram taşındıkları yeni yeri değiştireceklerine dair herhangi bir iddia içermiyor. Bilakis Türkiye’de bulundukları dönemden çok daha yıkıcı davranacaklarını düşünmemiz gerekir. Küresel değişim sancılarının merkezinde yer aldığımız için bu tehditleri önemsemek gerekir.
Örgütün değişim sürecinde üç ana özellik üzerinde durduk. Türkiye ile bağların kopması ve yurt dışına taşınmanın ne anlama geldiği üzerinde ayrıca durmak gerekir. Fakat lejyoner faaliyetlerinin hangi alanlarda yoğunlaşacağını tespit edebilmek için istihbarat kanallarının açık olması gerekiyor. Ne yazık ki lejyoner faaliyetleriyle ilgili ciddî bir veri akışından söz edilmiyor. Bu bağlamda lejyoner grupların Balkanlar, Avrupa ülkeleri ve Afrika’da yoğunlaştıklarından söz edilse de Türk Devletleri Teşkilatının ne türden tehditlerle yüzleşeceğine dair herhangi öngörünün dillendirilmemesi tedirgin edici bir sessizlik olarak görülebilir. Buna rağmen gözden kaçırılmaması gereken zihniyet değişimidir. Bu değişimi entelektüel, ideolojik ve itikadî çerçeve içinde tanımlayabiliriz. Şimdiye kadar bu türden niteliksel değişimler üzerinde durulmadı.
Yıllar içerisinde kendi hesabıma FETÖ’cülerle ilgili gerekli duyarlığı yakın çevremle paylaşmakta hiç tereddüt etmedim. Zaman içinde birçok kez farklı çevrelerle tartıştığımızı da söylemeliyim. Bu durum kesintisiz olarak onlarca yıl devam etti. FETÖ elebaşı 1991’de İsrailli çocuklar için sabahlara kadar gözyaşı döktüğünü cami kürsülerinde dillendirmişti. Daha sonra ise kelime-i tevhitten Hz. Muhammed’in (sav) elçi olduğuna dair şehadeti kaldırdılar. Aslında bunlar birbirini tamamlayan beyanlardı. Fakat herhangi bir çevrenin bu iki beyanı kendi bağlamı içinde tartıştığına şahit olmadım. İrkilmek gerekiyordu fakat kimsenin umurunda değildi. Hâlbuki siyasal olarak kendilerini konumlandırmışlar ve itikadî bir çerçeve çizmişlerdi. Zaten entelektüel olarak bağımlı bir zihin yapısına sahiptiler.
Şimdi örgüt elebaşı öldü. Onun vereceği hesabı düşünmek bizim işimiz değildir. Bu, hakikaten, kilisenin üzerine düşen bir iş. Fakat bu merkezdeki olayları belirli bir itikadî çerçeve içinde tartışmak da bizim üzerimize düşer.