Kamışlı’da Amerikalı askerî birliklerin anlaşma gereği bölgeyi terk etmesi sırasında araçları durdurmaya çalışan insan görüntüleri bu topraklara ait olamaz. Bu şekildeki görüntüleri geçmişte bir kez daha görmüştük. 2003’te Amerikalılar, başkanları olan Bush’un emriyle Irak’ı işgal ettiklerinde benzer sahneler ortaya çıkmıştı. Önce İngilizlerin sonra da Amerikalıların bölgeye hayır getirmediği bilindiği hâlde benzer görüntülerin bugün tekrar ortaya çıkmasını bu iki emperyalist güçle ilişkili grupların
Kamışlı’da Amerikalı askerî birliklerin anlaşma gereği bölgeyi terk etmesi sırasında araçları durdurmaya çalışan insan görüntüleri bu topraklara ait olamaz. Bu şekildeki görüntüleri geçmişte bir kez daha görmüştük. 2003’te Amerikalılar, başkanları olan Bush’un emriyle Irak’ı işgal ettiklerinde benzer sahneler ortaya çıkmıştı. Önce İngilizlerin sonra da Amerikalıların bölgeye hayır getirmediği bilindiği hâlde benzer görüntülerin bugün tekrar ortaya çıkmasını bu iki emperyalist güçle ilişkili grupların varlığı ile izah etmek gerekir. Bu, önemsenmesi gerekli bir yabancılaşmadır fakat kapsamı konusunda tam bir vuzuh söz konusu değildir. Yabancılaşma ve terörün iç içe geçmesi, örgütlü yapılar ve yeni dinî hareketler çalışmalarını önemli hâle getiriyor. Ne yazık ki bu alanlarda çalışma azlığı, konuya ilgi duyanları korkutacak düzeydedir. Bu da örgütlü yapıların bilgi üretim alanlarında çok güçlü bir tekel oluşturduklarına işaret ediyor. Amerikalı askerlerin Kamışlı’dan çekilmeleri esnasında yerel unsurların onları durdurmaya yönelik faaliyetleri geçiştirilecek bir olay değildir. Ama ne yazık ki bilgi üretim merkezlerinde tekel oluşturanlar, sembolik değeri çok yüksek bu olayları görmezden gelebiliyor.
Körfez ülkelerinin bugünkü güçlü ailelerinin ataları da İngiltere ile kurdukları ilişkiler sayesinde iktidar sahibi oldular. Bu aileler en başından itibaren dinî anlayışlarını Britanya’nın hizmetine sundu. Osmanlı’nın zayıflatılması sürecinde bu dinî anlayışlar bir araç olarak kullanılmıştı. Arap yarımadasında bağımsız devletlerin ortaya çıkmasını sağlayacak köklü iktidar merkezleri ve fikrî hazırlıklar yoktu. Osmanlı muhalifliği hiçbir zaman kitlesel bir düzeye ulaşmamıştı. Belirli ailelerin iktidar hevesi İngilizlerin ve Fransızların yönlendirmesiyle devletli yapılara dönüşüverdi. Fakat bu durum hem geniş kitleler açısından hem de devletli yapılara ulaşan aileler açısından hayırlı bir sonuç doğurmadı. Hâkimiyet her zaman İngiltere ve Amerika’da idi. Arap aileler, dinlerini İngiltere ve Amerika’nın hizmetine sundular, bu bir gelenek oluşturdu FETÖ de aynı şeyi yaptı. Yeni bir dinî anlayış oluşturdular ve dinlerini Amerika-İngiltere’nin hizmetine sundular. PKK-PYD de aynı şeyi ideoloji üzerinden yaptı. Bugün üçü arasında görülen yakınlaşmayı anlamlı hâle getiren de sürecin kendisidir.
Türkiye her bir terör yapısı ile ayrı ayrı ve topluca mücadele etmekten hiçbir zaman çekinmedi. Kişisel olarak Türkiye’nin FETÖ’ye karşı mücadelesini antiemperyalist bir siyaset olarak görmüştüm. Gezi Parkı olaylarında FETÖ’nün rolü pek dikkat çekmese de millî ve yerli siyasetin tasfiye edilmek istendiği açıktı. Takip eden dönemlerde FETÖ ve PKK arasındaki görüşmeler de açığa çıktı. Aslında bu ilişkiler bütün coğrafyamızı sarmıştı. Mısır, Suud, BAE, PKK-PYD ve İsrail arasında çok yoğun ilişkiler vardı. İçeriden işgal girişimleri başarısızlıkla sonuçlanınca, İbrahim Karagül’ün tespiti ile “dışarıdan kuşatma” başladı. Hepsi birlikte Türkiye için bir dış tehdide dönüştü. Dışarıdan kuşatmayı, Suriye’nin kuzeyinde inşa etmeye çalıştıkları terör koridoru ile başaracaklardı. Ama Türkiye, terör koridoruna izin vermeyeceğini askerî operasyon ile çok kısa bir süre içinde kanıtlayınca bütün dengeler değişti. Suriye’nin kuzeyinde inşa edilmek istenilen terör koridoru, Fırat’ın doğusunda kalan kısmın tam orta yerinden bölündü. Türkiye bunu yapmakla hem Suriyelilerin mağduriyetlerini bir ölçüde hafifletecek yolu açtı hem de kendisine karşı yönelmiş bir tehdidi büyük ölçüde engelledi. Önceki yazımızda Suriye Millî Ordusu’nun başarısına değinmiştik. Bu ordunun önemi tekrar tekrar vurgulanmalıdır. Zira Türkiye’nin desteklediği bu ordunun Türkiye’ye yönelmiş tehditleri bertaraf etme yönünde Türk askeri ile birlikte çok büyük fedakârlıklar gösterdiği unutulmamalıdır.
Yepyeni bir durumun içinde olduğumuzu görmek gerekir. Bir tarafta Amerikalı askerlerin gidişine üzülen secter yapılar diğer tarafta coğrafyanın çok uzun zamandır alışık olmadığı birliktelikler var. En son Çanakkale, Kutü’l-amare ve Bakû’da birlikte destanlar yazılmıştı. Halep’in, Urfa’nın, Şam’ın, Manisa’nın, Yozgat’ın, Sivas’ın, Filibe ve Kalkandelen’in çocukları sırt sırta mücadele ettiklerinde dünyayı değiştirmişlerdi. Bugün de onların torunları dünyaya kafa tuttu, dünyanın bütün emperyalist güçleri yerel devşirme yapılarıyla saldırıya geçmiş olsalar da onları durdurdu. Bunun yeni bir durum olduğunu görmemiz gerekir.