Amerika ile ilişkilerin mahiyeti ve boyutu en azından 1950’lerden bu tarafa tartışma konusudur. Wilson prensiplerinin bütün dünyada uyandırdığı akisleri, göz önünde bulundurursak Amerika ile ilişkiler meselesi yüz yıldır gündemimizdedir. Amerika, yeni tip sömürgecilik ve emperyalizmi temsil eden bir ülke olduğu için onunla kurulacak ilişki de sömürgecilik-emperyalizm ilişkileri çerçevesine girer.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra küresel bir güç olarak sahnede yer bulmuşsa da Amerika’nın esas etkisi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra belirginleşmeye başladı. Türkiye Amerika ilişkileri 1950’lerden sonra gelişmeye başladı. Savaşa girmemiş olsak da iki kutuplu dünya içinde Amerika ile bağımlılık çerçevesinde bir ilişki kurduk. Bunun ne kadar doğru ve ne kadar yanlış bir siyaset olduğu hususu birçok başka sorunun cevaplandırılması ile açıklığa kavuşabilir. Fakat biz bugün bütün Türkiye olarak doğruluk ve yanlışlık bağlamından çıkarak bir yönüyle sonuçlara odaklanmak zorundayız. Zira bu hâlâ devam eden bir süreçtir. Elbette doğruluk ve yanlışlık bağlamını sonuçlardan hareketle tartışmak daha doğru olacaktır.
Gezi Parkı Kalkışması ve FETÖ’cü darbe girişimi, Amerika ile kurulan siyasî ilişkilerin faturasıdır. Kitaplardan okuduğumuz için bize uzak gözüken Musaddık Darbesi gibi olayları bizzat yaşayacağımız konusunda çok net bir vizyona sahip değildik, fakat olası bedeller tartışılmaktaydı, hem de yetmişli ve seksenli yıllarda. Açık söyleyelim “yeşil kuşak” projesinin temsilcileri konusunda aramızda bir kavram karmaşası yoktu. Din adına hareket ettiğini söyleyen bazı kesimlerin Amerika ve İsrail ile iş tuttuğu biliniyordu. Sadece iş tutma hadisesinin derinliği hakkında bir fikrimiz yoktu. Bazı grup ve kişilerin Amerika ile kurduğu ilişkiler, bütün İslâmî kesimleri kategorize etmek için kullanılamaz. Amerika-İngiltere-İsrail ile iş tutma hadisesinin elitler arasında geniş bir uzlaşmaya işaret ettiğini biliyoruz.
FETÖ’cülerin en önemli farkı daha seksenlerin sonunda küresel sermayenin Türkiye temsilcileri ile kurdukları ilişkiden övünç duymalarıdır. Bu, cemaat düzeyinde kabullenilmiş bir övünçtü. 1991 Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra FETÖ’cü takımı açıkça İsrail ile işbirliği sürecine girdi ve bu işbirliğinden örgütsel düzeyde bir rahatsızlık söz konusu değildi. Kabullenilmiş bir İsrail muhipliği ile karşı karşıyaydık. FETÖ’cü takımı çok açık bir şekilde İslam dünyasını ve Müslümanları ötekileştiriyordu. Telaviv’de okul açmakla övündükleri zamanlar gelmişti. Bu yıllarda FETÖ’cü yayın organlarında öne çıkan simalar önemlidir.
1980’lerin Türkiye’sinde İslâmî hareketler açık bir şekilde Amerika karşıtı bir siyaset geliştirmeye çalışıyordu. Bunun yanlış bir tercih olmadığı hemen o yıllarda anlaşılmıştı. Amerika, Sovyet sonrasında İslam dünyasına savaş açtı. Biz, bugün hâlâ, bu bitmemiş savaşın sonuçlarını yaşıyoruz. Bir tarafta Amerika’nın yeşil kuşak projesinin elemanları vardı, diğer tarafta ise Anadolu eksenli bir fikir geliştirmeye çalışan İslâmî kesimler. Aslında bu yıllarda Türkiye’yi kuşatacak temel karşıtlık ya da gerilim iyice belirginleşmişti.
Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Amerika İslam dünyasına iyice yerleşti. Bu dönem bağımlı yapıların Amerika tarafında aktif rol oynadığını biliyoruz. Amerikancı yeşil kuşak projesi elemanları, Amerikan karşıtlığını temsil eden hareketleri ve kişileri tasfiye etmek için harekete geçti. Israrlı bir şekilde Erbakan Hoca’nın üstüne gitmeleri çok anlamlıdır. Hem Amerika hem de FETÖ’cü takımı aynı anda Erbakan’a savaş açtılar. Bu dönemde ulusalcı, FETÖ’cü, laikçi, Rusçu ya da Maocu takımlarının ortak bir şekilde Erbakan düşmanlığı ile hareket etmiş olmaları çok önemlidir. Bazı yazarların endişe etmesine gerek yok. Bu en azından otuz senelik bir hikâye. İslamcılarla “yeşil kuşak” projesi arasında ilişki kurmak sadece cehaletle izah edilebilir.
Eğer Türkiye’de dinî hareketler içinde yer alan çok önemli sayıda kişi ve grup Amerika ve tabiî olarak emperyalizm karşıtlığı ile öne çıkmamış olsaydı, eğer bu ülkenin insanı yani milletimiz asırlardır Batı emperyalizmi ile mücadele içinde olmasaydı 15 Temmuz’da başarı şansımız yoktu. Çünkü 1950’lerden bu tarafa elitleri ele geçirmişler, geriye karabudun yani kavruk yüzlü baldırı çıplak takımı kalmış. Erdoğan bu takımın önüne geçti ve bayrağı burçlara doğru kaldırdı. Doğrudur, millet de arkasından yürüdü.
Kimi bunun bir macera olduğunu söylüyor kimi de cehaletini sergiliyor. Bu ülkenin aydını, mütefekkiri macera olsun diye emperyalizme karşı değildir. Bu kadar ucuz yaklaşımlarla fikirleri çürütemezsiniz. Amerika ve ortakları coğrafyamızı ele geçirmek için yeniden harekete geçti. Bugün Erdoğan ve Türkiye olması gereken yerdedir. Bunun aksi FETÖ ve benzeri bağımlı yapılar eliyle yönetilmektir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.