Yeni bir ilahiyat şart

00:005/11/2006, Pazar
G: 27/08/2019, Salı
Selahattin Yusuf

İmparatorluğun çöküşünden sonra son halife yurtdışına; onun şahsında temsil edilen geleneksel İslam anlayışı da Anadolu''nun kırlarına sürüldü. Halife''nin torunları bir gün (2006''da) yurda döndüklerinde ne halde olduklarını gördük. Saçlarıyla, fraklarıyla, küpeleriyle, bastonlarıyla, ağlayan çocuklarını teskin etme biçimleriyle, selâmlaşma ve vedalaşma kültürleriyle, gazete haberlerine birer ikişer Fransızca veya İngilizce cümleyle yansıyan dünya görüşleriyle, hafıza kaybına uğramış, sakinleşmiş,

İmparatorluğun çöküşünden sonra son halife yurtdışına; onun şahsında temsil edilen geleneksel İslam anlayışı da Anadolu''nun kırlarına sürüldü. Halife''nin torunları bir gün (2006''da) yurda döndüklerinde ne halde olduklarını gördük. Saçlarıyla, fraklarıyla, küpeleriyle, bastonlarıyla, ağlayan çocuklarını teskin etme biçimleriyle, selâmlaşma ve vedalaşma kültürleriyle, gazete haberlerine birer ikişer Fransızca veya İngilizce cümleyle yansıyan dünya görüşleriyle, hafıza kaybına uğramış, sakinleşmiş, sinirleri alınmış, gözleri matlaşmış birer klinik örnek vakıa halindeydiler. Bırakın Sarayburnu''nun yukarılarından aşağılara -dünyaya- vakarla bakmayı; İstanbul''un herhangi bir semtini tanıyabilmek için bile yabancı dil bilen turist rehberlerine ihtiyaç duyacak vaziyetteydiler. Tarihin trajik bir anı! Kaderin iç burkan bir cilvesi! Bin yılda hazırlanan tuhaf bir eşek şakası..

Bir zamanlar dünyanın merkezî şehir kültürü olan İslâm''ın, Anadolu''nun kırlarından şehirlere inişi bu manzaradan daha az iç burkucu değil. Bundan daha az trajik değil. Daha az kulak tırmalayıcı değil. Daha az göz acıtıcı değil. Şevket Süreyya Aydemir''in “Suyu Arayan Adam” kitabında uzun uzun anlattığı üzere, Anadolu hep cahil kalmıştı zaten. Sadece İslâmî bilgiler ve görenekler bakımından değil; her şeyden, her bakımdan mahrum kalmıştı. Hep uyumuştu. Osmanlı''nın terekesinden çıkan İslâm''ı kaldırabilecek, taşıyabilecek güçte ise hiç değildi. Nitekim İslâm oraya, cahil adamın “Kır”ına gittiği zaman çabucak âdetleşti, gelenekleşti, eğrildi, büküldü, küçüldü, büzüldü ve onun dünyasının mütemmim bir cüz''ü oluverdi.

Bugün yeniden eski vatanına, şehre inen İslâm''ın bu kadar fazla defo taşıyor olmasıyla; yurduna dönen Osmanlı torunlarının durumlarını -yukarıda sözünü ettiğimiz- o trajik “an”da birleştiren, işte bu “ortak” geçmiş.

Bu gün “torunlar” buraya turist gibi geliyorlar ve gidiyorlar. Ancak birkaç haftadan beri söylemeye çalışıyoruz ki; İslâm''ın gidecek bir yeri yok.

Bizce İlber Ortaylı haklı. Türkiye''de çok kaliteli bir ilahiyat eğitimi şart. Şahsen, televizyonda ilâhiyatçıları gördükçe düşüncelere kapılıyorum. Kitapları biliyorlar; ama hayatı tanımıyorlar. Hayatın modernizm tarafından sakatlanmış, yardıma gerçekten muhtaç taraflarını tanımıyorlar ve bilmiyorlar. İnsanların modernizm tarafından çürütülmüş, çökertilmiş, merheme muhtaç taraflarını tanımıyorlar, bilmiyorlar.

Küçük bir soru: Ortaya neden salonlar dolusu düşünen insan çıkmıyor da çadırlar dolusu ağlayan insan çıkıyor?