Hadesten ve necasetten taharet

00:004/04/2008, Cuma
G: 2/09/2019, Pazartesi
Sami Hocaoğlu

İslam fıkhına göre namazın 12 farzı vardır. Altısı dışında, altısı içinde. Dışındakilere “şart”, içindekilere “rükün” denilir. Şartlardan ilk ikisi şudur1. Hadesten taharet.2. Necasetten taharet.Hades “görünmeyen kirliliklerin tümünü” ihtiva eder. Bunlara manevi pislikler de denebilir. Esasen bu kirlilik hükmidir. Görünmese de insanın zihnini ve kalbini kirletir ve namaza manidir. Kelimenin kök manası “önceden olmadığı halde sonradan meydana gelmeyi” ifade eder. Kendi içinde hades-i ekber (büyük

İslam fıkhına göre namazın 12 farzı vardır. Altısı dışında, altısı içinde. Dışındakilere “şart”, içindekilere “rükün” denilir. Şartlardan ilk ikisi şudur

1. Hadesten taharet.

2. Necasetten taharet.

Hades “görünmeyen kirliliklerin tümünü” ihtiva eder. Bunlara manevi pislikler de denebilir. Esasen bu kirlilik hükmidir. Görünmese de insanın zihnini ve kalbini kirletir ve namaza manidir. Kelimenin kök manası “önceden olmadığı halde sonradan meydana gelmeyi” ifade eder. Kendi içinde hades-i ekber (büyük hades) hades-i asgar (küçük hades) diye ikiye ayrılır. Büyüğünden temizlenmek gusül abdestiyle, küçüğünden temizlenmek abdestle mümkündür. Kişi namaza ancak bundan sonra yaklaşabilir.

Necaset bellidir: Pislik. Bu görünen pislikleri ifade eder. Namazın şartlarından biri de görünen pisliklerden bedeni, elbiseyi, ibadet edilecek yeri temiz tutmaktır. Tahareti zaten biliyorsunuz. “Temizlik” demektir.

Bu memleketin iki anlamda da taharete ihtiyacı var.

Baksanıza memleketin haline! Durum tam da “Abdestsiz babana namaz mı dayanır?” durumları.

Memleketin ibadeti (memleketlerin ibadeti de mi olur demeyin) bir türlü kabul olmuyor. Sosyal problemlerini tam çözdü çözecek derken bir de bakıyorsunuz “abdestsiz” olduğu ortaya çıkıyor. Abdestsiz babana namaz dayanmadığı gibi, abdestsiz memleket sorun çözemiyor.

Tam “Siyaset artık kendi mecraına girdi, bundan böyle araba devrilmez” diyorsunuz. O da nesi! Birileri öyle bir yelleniyor ki, cemaatin de imamın da abdesti bozuluyor. Hep beraber “Abdestsiz babana namaz mı dayanır?” durumlarına yeniden dönülüyor.

Terör ve anarşinin önü tam alınır gibi oluyor. Millet-i sahil-i selamete çıkar gibi oluyor. Artık kanın gövdeyi götürmediği, akbabaların bayram etmediği günlere kavuştuk diye sevinecekken, bir de bakıyoruz birileri lağımları patlatmakla meşgul. Memleketin abdestini bozacaklar ya!

Enflasyon yüzde yüzlerden yüzde onların altına düşüyor. İhracat rekor üstüne rekor kırıyor. Faizler yüzde seksenlerden yüzde on küsürlü rakamlara düşüyor. Millet biraz nefes alıyor. Hayda! Birileri ortalığı öyle bir kirletiyor ki, temizleyene aşk olsun.

Anlaşıldı, bu böyle gitmeyecek.

Bu memleketin kökten bir taharet yapması lazım: Hem hadesten, hem necasetten; hem görünmeyen kirlerden, hem görünen kirlerden.

İT (İttihat ve Terakki) günlerinden önce başladı görevi temizlemek olanların kirletme işlemi. Siz deyin II. Mahmut “Mühendishane-i Askeri”yi açtığında, ben deyim Mustafa Reşid tekris törenine dahil olduğunda. Eşekçizade Hüseyin Avni Paşa, yanındaki çakallarla pehlivan padişah Sultan Abdülaziz''in iki bileğini de kestiğinde, adını “intihar” koymuşlardı. İntihar eden bir adam damarı kesilmiş eliyle öbür elini de kesebilirmiş gibi…

Ünlü Mithat Paşa''mız da bu cinayet şebekesinin parçasıydı. Hukuk adamıydı hesapta, cinayeti yargılayacaktı. Cinayeti işleyenler, cinayeti nasıl yargılasınlar?

31 Mart''ın çete işi bir darbe olduğu yeni anlaşılmış. Hadi canım sen de! Desenize “Biz yeni anladık” diye. Bunu zavallı Derviş Vahdeti o günlerde Volkan''ında yazdığı yazılarda bangır bangır bağırdı. Said Nursi Volkan''daki canhıraş yazılarında söyledi. Eşref Edip, Necip Fazıl ve daha birçok insan bu gerçeği söyleye söyleye dilinde tüy bitti. 31 Mart''ta (13 Nisan) Avcı Taburları''nı kullananlar, günümüzde darbe için başka “taburları” kullanıyor…

Rahmetli Menderes, Başbakanı olduğu memleketin İstihbarat teşkilatının Amerikan İstihbarat Teşkilatı''yla aynı binada, onun bir alt birimi gibi çalıştığını fark ettiğinde altı çoktan oyulmuştu. Milletten aldığı gücü, milleti daha fazla güçlendirmek için kullanmamasının bedelini canıyla ödedi.

Ondan sonra da sıkıysa Muavenet zırhlısını göz göre göre vuranlardan hesap sorun. Muavenet''in hesabını soramayanlar, millete “Niye benim dediğimi seçmedin” diye hesap soru-yorlar. Ondan sonra da “Bu topraklarda Osmanlı sonrasında adına devlet denilmeyi hak eden bir organizasyon gören var mı?” soruma bozuluyorlar. Gidin yatın be!

Çare milletin kendi kaderine sahip çıkması. Çare milletin daha da güçlendirilmesi ve gücünü ortaya ko-yacak mekanizmaların harekete geçi-rilmesi. Hükümet millete güvenmeli. Kendisi üzerinden millete karşı yapılan operasyona, kendisi de millet üzerinden var gücüyle karşı durmalı. Memleketin, siyasetin, ekonominin ve hepsinden öte huzurun kirletilmesine izin vermemeli. Mahkeme kadıya mülk değil. O makamlar birer emanettir. Emanete sadakat, millete sadakattir. Aksi ihanet olur.

Temizlenmenin tek yolu var: Millete güvenip onun gücünü aktif hale getirmek. Temizlenmenin başka yolu yok.

Önce taharet, sonra setr-i avret. Sıralama böyle.