daha korkunç,
daha vahim hayasız bir akınla karşı karşıyayız.
'dan
'ya, İngiltere'den
'ya kadar herkes pozisyonunu almış vaziyette.
Yazık ki, maç bizim sahamızda, yani, bombalar, füzeler bizim evlerimize düşecek!
Bizim çocuklarımız öksüz, bizim çocuklarımız yetim kalacak, bizim çocuklarımızın göğsü en modern silah fabrikalarının ürettiği yakıp kavurucu silahlarla parçalanacak!
Ne olursak olalım, ister
ister
, ister Arap ister Acem, ister
ister
, olan bize olacak!..
Zira mağripten maşrıka kadar bu coğrafya bizim.
İran da bizim, Türkiye de bizim, Irak da bizim, Lübnan da bizim, Mısır da bizim, Libya ya bizim, ila ahir.
Bizim medeniyetimizin…
Ve, bir daha ayağa kalkamayacak şekilde tarihten silercesine yok edilmek istenen biziz.
En korkuncu da bizi bizimle yok etmek istiyorlar.
Müstevlilerin, müstekbirlerin, tuğyancıların istila ve paylaşım savaşına vekalet etmek istemiyorsak etnisite ve mezhep asabiyetlerini tel'in etmek mecburiyetindeyiz.
Mezhep savaşı demek, yaşadığımız coğrafyanın kan gölüne dönmesi demektir.
'daki bütün taşlar yıllar yılı sürecek böylesi bir korkunç savaş için döşeniyor.
Müslümanlar birbirlerini katledecek kimin umrunda?
daha geçenlerde, bu savaş Müslümanların arasındaki savaş demedi mi?
Zaten Amerika'dan Avrupa'ya kadar İslamofobi akıl almaz boyutlarda yaygınlaştı.
Özgürlükler ülkesi denilen ABD'de bile başkan aday adaylarından
Donald Trump, “Müslümanlar ABD'ye alınmasın”
demedi mi?
İslam'la terörizmi eşitlemeye çalışan korkunç bir algı faaliyeti yürütülüyor.
Boşuna değil.
Boşuna değil, Müslümanları vahşi yaratıklar olarak gösterme gayreti.
Bütün bu algı faaliyetlerinin üzerine bir de Şii – Sünni savaşı çıktı mı, işlem tamamdır.
İşlem dediğim, bütün bir yeryüzüne esenlik ve barış sunması gereken medeniyetimizin, ilkel bir asabiyet uğruna, bir daha tarih önüne çıkamayacak şekilde yok edilmesi, coğrafyamızın istila edilmesidir.
Mezhep savaşı için de İran ile Türkiye'yi birbirine düşürmek istiyorlar.
Onun için fakir de her fırsatta,
1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması
'ndan bu yana sağlanan çatışmasızlığın önemini dile getiriyorum.
Ne ki artık bu da yetmez, en azından vekalet savaşına yetmiyor, görüyoruz.
Kaldı ki, bugün içinde yaşadığımız süreç, daha fazlasını,
Türkiye- İran işbirliğini
zaruri kılıyor.
Böylesi bir işbirliğinin hayal olduğunu söyleyen birçok dostum var. “
Sen hala İran'dan bir şey mi bekliyorsun…
” diyerek, taaccüp ediyorlar.
İran'ın devrim günlerinde, “kahrolsun” dediği Rusya'yla birlikte hareket etmesi “hayal” değil ama Türkiye ile işbirliği içine girmesi hayal. Türkiye'nin, İstiklal Savaşı vererek topraklarını kurtardığı ülkelerle işbirliği kurması “hayal” değil ama İran'la hayal…
Sevgili dostlarım,
'ın ne yaptığını ben de en az sizin kadar görüyorum.
Tamam, mezhepçilik yapıyorlar, tamam,
kasabını arkalıyorlar.
Tamam,
'da Cuma hutbelerinde geçen hafta Türkiye aleyhine tuhaf şeyler söylenmeye başladı.
BM Güvenlik Konseyi'nin İran'a yeni yaptırımlar öngören karar tasarısına Brezilya ile birlikte ''hayır'' oyu kullanan Türkiye'ye bühtan ediyorlar. Yazık, mezkur “hayır” oyundan dolayı “dönemin başbakanı” Erdoğan'ı “eksenimizi kaydırmakla” suçlayanlarla aynı çizgiye savruldular.
Biliyorum,
'nin,
'nin,
'nin,
'nin İran'ının yerinde yeller esiyor.
Peki ne yapalım?
Kendilerinden olmayan herkesi İrancı, mutacı ilan eden, Türkiye ile İran'ın ilişkileri iyi giderken huzursuz olan “
” baktığı gibi mi bakalım İran'a?
Ne yapalım?
'ın,
, tekfircilerin husumetiyle mi bakalım?
Bu bakışların bizi esenliğe çıkarmayacağını, mezhep savaşından öteye varmayacağını bile bile neden böyle bakalım?
Avrupa eleştirisi yapıldığında veya Avrupa'nın iki yüzlüğünden dem vurulduğunda “
” deniliyor da neden aynı “seçici” bakışı burda devreye sokulmuyor?
Müslüman kardeşliğini mezhep aidiyetinin üstünde tutan İslam alimleri, barış şarkıları söyleyen
sivil toplum kuruluşları, savaş karşıtı aktivistler daha neyi bekliyor?
Mezhep tefrikasına karşı vahdet köprüleri kurmak için gün bu gündür, dem bu dem.