15 Temmuz’dan Guaido’nun Başkanlığına

04:005/02/2019, Salı
G: 5/02/2019, Salı
Şahap Kavcıoğlu

ABD’nin diğer ülkelerin iç işlerine örtülü ya da direkt müdahale etmesi öteden beri çok bilinen yöntemdir. Ülkelerin liderleri arasında Amerikan politikalarına karşı duran olursa, bir şekilde cezalandırma süreci başlatılıyor. Burada kötü olan şey ise; dünyanın gözü önünde kendi çıkarları doğrultusunda yürüttüğü bu süreci, demokrasi ve insan hakları adına yaptığını söylemesi ve sözüm ona diğer ülkeleri de buna inandırmasıdır.ABD’nin bu yönteminden en çok nasibini alan Latin Amerika ülkeleri olurken,

ABD’nin diğer ülkelerin iç işlerine örtülü ya da direkt müdahale etmesi öteden beri çok bilinen yöntemdir. Ülkelerin liderleri arasında Amerikan politikalarına karşı duran olursa, bir şekilde cezalandırma süreci başlatılıyor. Burada kötü olan şey ise; dünyanın gözü önünde kendi çıkarları doğrultusunda yürüttüğü bu süreci, demokrasi ve insan hakları adına yaptığını söylemesi ve sözüm ona diğer ülkeleri de buna inandırmasıdır.


ABD’nin bu yönteminden en çok nasibini alan Latin Amerika ülkeleri olurken, Ortadoğu ülkeleri ve kısmen de stratejik öneme sahip Türkiye gibi bazı ülkelerde de bu yöntemin denendiği dönemler olmuştur. Tabii bunun en önemli nedenlerinin başında petrol veya enerji yataklarını kontrol altında tutmak geliyor.

Son olarak da Venezuela’da yaşanan sürece şahitlik ediyoruz. Bugün Venezuela, yaklaşık 300 milyar varillik petrol rezervi ve altın rezervleri ile öne çıkan bir ülke. ABD’nin bu zenginliklere el koymak istemesi ve bunun için uzun zamandır çalışmalar yapması hiç de şaşırtıcı bir durum değil.

Bunun için ilk önce ülkede iç karışıklık çıkararak yönetimi ele geçirmeye çalışıyor.

Venezuela’daki ekonomik krizin gelişmesinde baş gösteren en önemli neden, ABD yönetimlerinin süreç içerisinde uyguladığı ambargolar ve koyduğu yaptırımlardır. Örneğin, 2006’dan bu yana 90 Venezuela vatandaşına yönelik yaptırımlar konulmuş.

Bu ve benzeri yaptırımlar, ithalat ve ihracat kapasitesi başta olmak üzere Venezuela’nın uluslararası mali ilişkilerini olumsuz etkilemiş ve ülkedeki ekonomik dengelerin daha da bozulmasına neden olmuştur.

2008 yılında 3.23 mil v/g üretimle 89 milyar dolar petrolden gelir elde eden Venezuela, bu yaptırımlar sonrası 2018 yılına geldiğinde 1.52 mil v/g üretime karşılık 21 milyar dolar ihracat geliri elde edebilmiştir. Bu durumun getirdiği ekonomik sıkıntıyla ülkede gelir dağılımı bozulmuş ve halk yoksullaşmıştır.

Chavez iktidara geldiğinde %80’in üzerinde, Maduro başa geçtiğinde ise %70 dolayında seyreden rafineri kapasite kullanımı, 2018 sonunda %17 gibi son derecede düşük bir düzeye gerilemiştir.

Yaşanan bu tip kaynak kayıpları, Venezuela ekonomisini zayıflatarak ekonomik krizi derinleştirmiş ve böylece halkında daha fazla sıkıntıya düşmesine neden olmuştur.

Yaptırımların başlangıcında, Hizbullah ilişkileri vurgusuyla “terörizmle mücadele konusunda” Venezuela’nın ABD’ye yardımcı olmaması bahane ediliyordu.

Ancak, görüldü ki asıl neden; 1999’da gelir dağılımı bozukluğuna ve yaygın yoksulluğa karşı yükselen tepkilerin üzerine iktidara gelen ABD karşıtı Chavez yönetiminin, iktidara gelir gelmez petrolden sağlanan bu gelirleri ağırlıklı olarak yoksullukla mücadelede, özellikle de eğitim ve sağlıkta seferberlik başlatarak halkın refahı için harcamasıymış.

Bu durum ABD’yi oldukça rahatsız ederken, derhal Chavez’i devirmek için darbe girişimi planlanmıştır. Ancak, bu darbe girişimi halkın sokaklara çıkmasıyla engellenmiştir. Tıpkı 15 Temmuz’da Türkiye’de olduğu gibi. Tam bu noktada belirtmek gerekir ki Chavez sonraki süreçte girdiği tüm seçimleri kazandı.

Chavez’in 5 Mart 2013’te hayatını kaybetmesinden sonra “Bolivarcı devrimi” gerçekleştirme idealiyle yola çıkan Hugo Chavez’in öğrencisi, destekçisi, sırdaşı Nicolas Maduro yemin ederek, devlet başkanı oldu.

Maduro döneminde de ABD yaptırımları ve ambargolar iyice artarak devam etti. Yine ABD ve Batı destekli gösteriler ülkede en başta ekonomik sıkıntıları bahane ederek protesto edilirken, bir aşamadan sonra hükümet ve Maduro karşıtı bir karakter kazanmaya başladı.

Muhalefetin bugüne kadar çok yoğun olmasa da gerçekleştirdiği sokak gösterileri sonuç doğurmadı. Hükümet, ordunun da yardımıyla yapılan bu eylemleri bastırdı.

Ancak son olarak Guaido, düzenlenen bir mitingde, kendini ülkenin “geçici başkanı” olarak ilan etti. Başta ABD olmak üzere, bir dizi ülke tarafından da Venezuela’nın meşru lideri olarak tanındı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu darbeye karşı çıkan ilk lider oldu. Erdoğan, Maduro’ya “Dik dur, yanındayız!” mesajını verdi. Cumhurbaşkanımızın bu samimi desteğinin en önemli nedeni, Maduro’nun 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Türkiye’nin yanında olmasına duyulan vefa borcu idi.

Süreç, Türkiye’nin yaşadığı 15 Temmuz darbe girişiminin net şekilde bir benzeri. ABD, 15 Temmuz’da Fetö ile Türkiye’de yapamadığını şimdi Venezuela’da Guaido ile yapmaya çalışıyor.

Venezuela ordusu, Devlet Başkanı Maduro’yu desteklediğini şu ana kadar çok net şekilde dünyaya duyurdu. Venezuela halkının büyük bir kısmı da hala Maduro’nun yanında yer alıyor.

Ülkelerin, birbirlerinin içişlerine karışmalarını ve meşru hükümetleri ya da kurumlarını tanımama kararı almalarını kabul etmek mümkün değil.

Herhangi bir ülkenin yönetimini veya başkanını tanımadığımızı söylersek uluslararası hukuk ne olur? Dünyada, nasıl birlikte yaşanır? Son dönemde çok bir işe yaramasa da Birleşmiş Milletler’in sistemi ne hale gelir? Uluslararası diplomasi neye döner?

Artık birileri ABD’ye dur demeli. Zira dünya yeni bir kaosa doğru gidiyor.

#ABD
#Venezuela
#Juan Guaidó
#Nicolas Maduro