“Din” derken herhangi bir müesses dini değil, genel olarak kutsalın tecrübesini kasteden Dinler Tarihçisi Mircea Eliade, dinlere karşı eşit bir mesafe durmasıyla maruftur ve ona göre kutsal da ‘bambaşka’ olanın tecrübesi olarak, insanı içerisinde bulunduğu mekan ve tarihi zamandan koparıp, sembolik ya da muhayyel surette başka yer ve zamanlara taşıyan bütün tecrübelerdir.
Eliade’nin kutsala mahsus ilk tanımı, “kutsal’ın kutsal-dışının karşıtı” olduğudur. Kutsalın bu ilk (ve hatta son) tanımında, Rudolf Otto’nun, “Kutsala Dair” adlı kitabındaki görüşlerine yasalanan Eliade, daha ilk tanımda belirginleşen karşıtlığı da yine ona yaslanarak şöyle ifade etmektedir:
“Kutsal karşısındaki, o mysterium tremendum (ürpertici gizem), ezici bir güç üstünlüğü yayan o majestas (haşmet) karşısındaki korku duygusunu keşfeder; varlığın eksiksiz tamlığı duygusunun içine serpilip geliştiği mysterium fascinans (büyüleyici gizem) karşısındaki dinsel kaygıyı keşfeder. Otto, tüm bu deneyimleri numineuse (ilahi) diye ifade eder (Latince’de ‘tanrı’ anlamına gelen numenden türetilmiş sözcük), çünkü ilahi gücün bir yönünün tezahürünün yol açtığı deneyimler söz konusudur. Numenle ilişkili yan, ganz andere yani kökten ve tamamen farklı bir şey olarak ayrıksılaşır: İnsani ve kozmik hiçbir şeye benzemez: İnsan onun karşısında kendi hiçliğini, ‘yaratılmış bir varlık’tan başka bir şey olmadığını, Tanrı’ya seslenen İbrahim’in sözlerini yineleyecek olursak, ‘toz ve kül’den, bir hiçten başka bir şey olmadığını duyumsar (Tekvin, XVIII:27)” (Kutsal ve Kutsal-Dışı, çev.: Ali Berktay, Alfa Yayınları, İstanbul 2017)
Eliade’nin bu değerlendirmesinde, Tevrat’a başvurmasından hareketle söylememiz gereken ilk şey, yukarıdaki ilgili cümleye dönerek, Otto’nun, Eliade gibi “din” derken herhangi bir müesses dini değil, genel olarak kutsalın tecrübesini kastetmediğidir. Açık surette bilinen odur ki, Otto, bilakis Hıristiyanlığa mahsus bir kutsallığı (yer yer İslam düşüncesiyle de hesaplaşma dürtüsüyle) tanımlamaya çalışmıştır. Eliade’nin, öncelikle kendisinin de bir Hıristiyan olması bakımından, söz konusu yaklaşıma tümüyle uzak durduğunu söyleyemesek de, en azından onun yaklaşımından hareketle, kutsal konusunda İslam’ın farkını düşünmeye yol açabiliriz:
Arapça “kds” kökünden gelen “el-kudus” paklığa denir ve pak olmak manasına mastardır. “el-Kuddus” ise Esma-i Hüsna’dandır. Bu pak’lık, Kur’an’da Ahzap suresinin 33. ayetinde yer alan, mealen “...sizi tertemiz, pampak etsin...” şeklindeki ibarede de algılanabilir (maddi) pisliği izale etme anlamına gelen temizlemeden daha üstün olması cihetinden kullanılmıştır (İsfahani). Ayrıca kudus kelimesi, Bakara Suresi’nin 30., Nahl Suresi’nin 102. ayetlerinde de yine paklık anlamında yer almaktadır.
Bu nedenle kudsiyet, İslam’da doğrudan şari ile mukayyet iken, Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta dini olanın, hatta böyle nitelenen şeylerin tamamına yayılmıştır. Diğer bir söyleyişle tekvini ve tenzili kutsallık İslam’da Allah ile Peygamberinin bizzat işaretledikleriyle sınırlı tutulurken, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta biribiriyle içiçe geçerek dini hayatın tamamına yayılmıştır.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.