Ekrem Demirli"ye teşekkür

00:0028/09/2013, Cumartesi
G: 9/09/2019, Pazartesi
Ömer Lekesiz

YÖK, İlahiyat lisans programında sistematik kelam ve kelam tarihi dersleriyle, İslam mezhepleri tarihi dersini birleştirerek kredileri azaltmış, Türk İslam sanatları ve Türk dini musikisi derslerini tek ders haline getirmiş, felsefe tarihi dersini ise müfredattan çıkartıp, hadis, tefsir ve İslam hukuku?derslerinin saatini artırmıştı.Köşe yazarlarının, felsefecilerin ve eğitimcilerin yoğun itirazı üzerine YÖK bu kararından vaz geçmiş.Hayırlı olsun; belki böylesi daha iyidir.Bu konuda beni hayrete

YÖK, İlahiyat lisans programında sistematik kelam ve kelam tarihi dersleriyle, İslam mezhepleri tarihi dersini birleştirerek kredileri azaltmış, Türk İslam sanatları ve Türk dini musikisi derslerini tek ders haline getirmiş, felsefe tarihi dersini ise müfredattan çıkartıp, hadis, tefsir ve İslam hukuku?derslerinin saatini artırmıştı.

Köşe yazarlarının, felsefecilerin ve eğitimcilerin yoğun itirazı üzerine YÖK bu kararından vaz geçmiş.

Hayırlı olsun; belki böylesi daha iyidir.

Bu konuda beni hayrete düşüren şey ise ilahiyat ve feslefe kelimelerinin birbirlerine perçinlenerek, İlahiyat Fakülteleri"nin alnına çakılmış olmasıdır. Diğer bir söyleyişle felsefe yoksa ilahiyat olmaz, ilahiyat olmayınca İslam felsefesi zaten olmaz gibi bir yargının vaki itirazlar sayesinde pekişmiş olmasıdır.

Elbette itiraz sahiplerinin bir haklılık payı vardır, en azından konuyu önemsemeleri bile takdire şayandır ama ben yukarıdaki iki husustan bakınca, önce "galiba YÖK potansiyel yeni İbn-i Sinaları katlediyor" demekten kendimi alamadım ama sonra İlahiyatların 89 yıllık tarihinde (nümune kabilinden olsun) yetişmiş yeni bir İbn-i Sina göremeyince de rahatladım.

Belli ki YÖK, Tevhid-i Tedrisat Kanunu"nun dar şablonu içine sıkıştırılmakla kalınmamış, olası refomlara karşı da iyi tahkim edilmiş bir eğitim sisteminin içinde hareket etmişti yine. Bu nedenle şimdiki vasıflı yöneticilerine bakılarak YÖK"ün ilgili kurumsal kararı olumlanamayacağı gibi, o kararından vaz geçmesi karşısında da şenlik ateşleri yakılamazdı.

Yani YÖK, bildiğimiz YÖK"tü.

İslam felsefesi de bildiğimiz İslam felsefesiydi, yani İlahiyat Fakültelerinde değil medreselerin kapatıldığı günden bu yana sivil ortamda, felsefe ya da tasavvuf eğitimi almış kişilerin özel gayretleriyle süren bir felsefeydi.

Merhum Ahmed Avni Konuk"un tutumuna bakalım örneğin. Osmanlı Türkçesi"nin, Kur"an okumanın yasaklandığı zamanlardaki boğucu darlığı İbn Arabi"nin, Mevlana"nın, Şebüsteri"nin eserleri üzerine çalışarak aşmamış mıydı? Hem de ilgili bilgi ve birikimini Osmanlı Türkçesi"yle kayıt altına alarak yapmamış mıydı bunu?

Madem "kişilerin özel gayreti" dedim şimdiki zamandan vereyim ikinci örneğimi:

Ekrem Demirli, Fütûhât-ı Mekkiyye"yi Türkçe"ye aktardı ve Litera Yayıncılık tarafından 18 cilt halinde yayınlandı.

İyi ama, Demirli, İlahiyat"ta tasavvuf hocası değil mi zaten, diyebileceğinizi tahmin ediyorum.

Evet öyledir, ama, önemli bir fark var.

Geçmişte bir üniversitede idareci olarak bulunmamın verdiği tecrübeyle iddia ediyorum ki, bizde doçentliği verenlerin çok büyük bir kısmı şahsi kütüphanelerini elden çıkarmasalar bile oraya artık yeni bir kitap da eklemezler.

Demirli ne yapıyor, akademisyenliğe başladığı günden beri İbn Arabi, Sadreddin Konevi, Abdülgâni en-Nablusi, Abdürrezzâk Kaşani, İbn Sina ile ilgili telif ve çeviri çalışmalarını sürdürüyor.

Fütûhât-ı Mekkiyye çevirisi, değil bir kişinin dört başı mamur bir kurumun oluşturacağı bir heyetin bile cesaret edemeyeceği bir iştir. Bunu ancak bu işe memur edildiğini düşünen ve bu işe mahsus nasibini ancak Rabbinden talep eden biri gerçekleştirebilirdi, ki böyle oldu. Öyleyse bu topraklarda yaşayan her Müslümanın Demirli"ye bir teşekkür borcu var.

Ayrıca bu eser müellifine teslim olmayan biri tarafından çevrilemeyeceği gibi, "Bizden olmayan bizi okumasın" diyebilen o müellifin üst-dilini çözmek de özel gayrete sahip olmayan biri tarafından gerçekleştirilemezdi.

Çoğumuzun İslam felsefesi, tasavvuf bilgisi dendikte ıskladığımız en önemli husus da aynen budur:

Bu bilgiler ne belli bir ücret için onları okutanların ne de zeka seviyeleri başarı puanıyla ölçülerek, kredi notu yarışına sokulanların öğretebilecekleri ve öğrenebilecekleri bilgilerdir.

Demirli örneğimi yeterli görmüyorsanız, bilenlerden, merhum Selçuk Eraydın"ın nasıl yaşadığını, neyi nasıl yaptığını sorun bir de. Sonucun değişmediğini göreceksiniz.

Evet; başa dönecek olusak, demek ki, mesele İlahiyatlarda felsefe tarihi dersinin kaldırılmasından daha derindedir,

yapısal bir durumla ilgilidir...

Bunu bilen Müslümanlar -Konuk ve Demirli örneklerindeki gibi- hep kendi kararlarını vermiş, kendi yollarını çizmiş, kendi işlerini yapmışlardır.

Allah hepsinden razı olsun.