HikâyeciMemduh Şevket Esendal’ın özgeçmişinde, çiftçilikle uğraşan ailesinin maddi sıkıntıları nedeniyle hiçbir mektepten mezun olmadığı özellikle belirtilir.Bunun asıl nedeni ise, onun Sunullah Arısoy’un kendisiyle yaptığı konuşmadaki “Mektebi neden bıraktınız?” sorusuna verdiği şu cevaptan anlaşılır:“- …Kadri Efendi adında bir hocamız vardı. Ayağı topal bir adam... Hani siz duymuşsunuzdur ya, eti senin kemiği benim diye, hakikattir o. Çocuklar öyle teslim edilirdi mektebe. Bu Kadri Efendi de çocukların
Bunun asıl nedeni ise, onun Sunullah Arısoy’un kendisiyle yaptığı konuşmadaki “Mektebi neden bıraktınız?” sorusuna verdiği şu cevaptan anlaşılır:
“- …Kadri Efendi adında bir hocamız vardı. Ayağı topal bir adam... Hani siz duymuşsunuzdur ya, eti senin kemiği benim diye, hakikattir o. Çocuklar öyle teslim edilirdi mektebe. Bu Kadri Efendi de çocukların etini alıp kemiğini bırakan cinsinden bir adamdı. Bir gün, sebebini bilmiyorum, bir çocuğu dövdü. Çok fena dövdü ama. Bizim evde dayak yoktu. Dayağı ilk defa görüyordum. Bıraktım mektebi. Babam, git, mit, iyi olur, dedi. Gitmedim. Sonra hayat da müsait olmadı. Bir aralık rüştiyeye imtihanla girdim, sonra onu da bıraktım. Bende hocalık hakkı yoktur. Onun için sorduklarınızın cevabı da yoktur bende.” (Varlık dergisi, sayı: 383, Haziran 1952)
Bu bilgi değerlidir ama, bununla bağlantılı olarak yine Esendal’ın dilinden verilen şu hakikat çok çok daha değerlidir:
Konuşma sırasında, önce odanın dışında bir çocuğun koştuğu duyulur, ardından kapı çalınır. Bu, Esendal’ın Hüseyin adındaki torunudur. Esendal, torununa misafirleriyle konuştuğunu yani meşgul olduğunu söylerken, Arısoy onun gözlerinin pırıl pırıl bir sevgiyle parladığını belirtir ve ilk tepkisinin hemen ardından söylediği şu cümleyi nakleder:
“Hayat bu işte beyefendi, dedi, hayatın dörtte üçü bu… Bizim torun… Onunla oynar dururum… Hayatın dörtte üçü bu.”
Çocuklar ve torunlar… hayatın dörtte üçü!
Hal böyle olunca, yavrularımızın varlığı, eğitim ve meslek yönünden hayata sevgiyle hazırlanmaları, iş güç sahibi olmaları… hiç değişmeyen gündemimizdir ve dolayısıyla bunlara değen her söz ve eylem kendiliğinden değerli hale geldiği gibi, ilgili sitemler ve uygulamalar da yine bu ilgimizde hatırı sayılır bir yer işgal ederler.
Özer, teknokrat bir eğitimci. İÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü’nden mezun. Mühendislik ve eğitimcilik arasında bir mesafe olduğunu sanıp, bundan bir çelişki üretmek isteyenlere hatırlatacağım tek şey, koronavirüs salgınında eğitim yönünden millet olarak yaşadığımız ortak tecrübedir.
Ayrıca Özer’in Zonguldak BÜ Üniversitesi Rektörü ve ÜAK Başkanı sıfatıyla gazete ve dergilerde yazdığı eğitim konulu yazılardan onun velut bir akademisyen-yazar olduğu biliniyordu ki, Milli Eğitim’de görevlendirildiğinde de ÖSYM Başkanlığı’nı yürütüyordu.
Eğitim tarihimizde, Özer gibi mühendis olup da, onun kadar eğitime zihin yoran, diğer bir ifadeyle eğitim meselesini kendi ferdî meselesine dönüştüren bir isim daha bulmak zordur.
Özer’in bu kitabının eğitim konusunda düşünenlere rehberlik edeceğine ve Milli Eğitim’in ehil ellerde olduğuna dair ebeveynlerin yüreğine su serpeceğine inanıyorum.