Aşağıdaki metni 12 Ağustos 2016 tarihinde yine bu sütunda yazmıştım. Aradan sekiz yıl geçti. FETÖ ile mücadele aynı sıcaklıkta sürüyor ve ona karşı teyakkuzumuz, vatan ve millete sahip çıkma şuurumuz da… Çünkü hakikatin özü değişmiyor, değişen bizim onunla kurduğumuz ilişkiler: “Gezi eşkıya kalkışması ile şekillenmeye başlayıp, 17/25 Aralık seçim ayarlı darbe kalkışmasıyla birlikte varlığı daha somut biçimde hissedilmeye başlayan bir tehlikeyi bertaraf etmek, dışımıza düşürmek için çaba göstermek
Aşağıdaki metni 12 Ağustos 2016 tarihinde yine bu sütunda yazmıştım.
Aradan sekiz yıl geçti. FETÖ ile mücadele aynı sıcaklıkta sürüyor ve ona karşı teyakkuzumuz, vatan ve millete sahip çıkma şuurumuz da… Çünkü hakikatin özü değişmiyor, değişen bizim onunla kurduğumuz ilişkiler:
“Gezi eşkıya kalkışması ile şekillenmeye başlayıp, 17/25 Aralık seçim ayarlı darbe kalkışmasıyla birlikte varlığı daha somut biçimde hissedilmeye başlayan bir tehlikeyi bertaraf etmek, dışımıza düşürmek için çaba göstermek zorundayız.
Bu, zihinlerimizin vatanı koruma, milletin istiklaline ve istikbaline sahip çıkma refleksiyle kendisi şartlandırması karşısında, lüks, tali bir durummuş gibi görünerek işlevini içten içer sürdüren bir tehlikedir.
Diğer bir söyleyişle bu tehlike, zahiri olanla uğraşmak derdinde iken, batını kuşatan ve bu tabiatı itibariyle kuşatması hemen hissedilmeyen bir tehlike olarak zahiri de kendi etkisi içinde dönüştürebilmektedir.
Nedir bu tehlike?
Fiili olarak (PKK, PYD, YPG, DAEŞ ortaklığı içinde) maruz kaldığımız FETÖ terörünün, devlette zafiyet yaratarak onu ele geçirme sürecinde, doğrudan doğruya hayatımızı belirlemeye, yönlendirmeye ve onu kendi arzuları çevresinde şekillendirmeye de kalkışmasıdır.
Örneğini şimdiki zamandan verelim:
15 Temmuz başarısız darbe girişiminden bugüne, milletimiz yaşlısından gencine, entelektüelinden esnafına, mühendisinden yatırımcısına, akademisyeninden öğrencisine... (dünya görüşleri, siyasal tutumları ne olursa olsun) birlik ve beraberlik içinde meydanları doldurarak istiklaline ve istikbaline sahip çıktı.
Bu milli ve doğal refleks, herkesi olası bir yeni tehlikeye karşı kulağı kirişte, eli tetikte, bakışı ufukta olmak gibi düz bir algıda birleştirdi.
Dolayısıyla hayat, kendi dinamiği içinde sürüyormuş gibi görünmesine rağmen, tek yönlü bir istikamette, duyuşta ve idrak edişte akmaya zorlandı.
Söz konusu refleksin doğal sonucu gibi görünen bu durum tam da FETÖ terörünün hasıl etmek istediği bir sonuçtu.
Şimdi başa dönelim ve Gezi’nin, doğrudan bugüne bağlanacak şekilde ürettiği başka bir sonuca bakalım:
Sokak şiddeti olarak meşrulaşan vandallık, kısa bir süre içerisinde dil ve ahlakı da kuşatıvermişti. Sanatçı diyerek yüceltilen isimler sokak züppelerinin diliyle konuşmaya başlamışlar, ötekinin hakkını gözetmekten dem vuran sözüm ona özgürlükçüler kelle avcılarına, kişisel mahremiyetlerin tecavüzcülerine, tipik birer hakaretçiye, kinle parlatılmış küfürbazlara dönüşmüşlerdi.
Öyle ki, FETÖ ile ilişkileri olmayan ancak meşrep benzerliği nedeniyle yaklaşık aynı değerleri, benzer düşünsel kodları paylaşan ilgili kesimler de mezkur genel yönelişten nasiplerini almış ve sosyal medyada, gündelik hayatta potansiyel birer F tipi trollere dönüşmüşlerdi.
Bugün bunlara karşı mücadele edenler, 15 Temmuz başarısız darbe girişimiyle ortaya çıkan milli ve doğal refleksle birlikte, FETÖ’nün belirlediği, toplumsal bir düzeysizliğin de içine çekilerek, kendileri gibi davranma imkanını öteleme; kültürel ortamı başıboş bırakma; sanat, edebiyat ve musiki gibi geleceğin kültürünü yapan ilgi ve ilişkileri askıya alma gibi bir tehlikeyle yüz yüze geldiler.
Şimdi biraz duralım ve yeniden düşünelim:
FETÖ ve onun işbirlikçisi olan ABD ya da İsrail güdümlü terör örgütlerinin, vatanımızın, milletimizin istiklaline kastetmek istediklerinden artık hiçbir kuşkumuz yok.
Ancak bu sabit, hakiki, tartışma kabul etmeyen gerçeklik, yine onlar tarafından aynı zamanda bizim için bir bukağıya dönüştürülme imkanına da sahiptir.
Geleceği olmayanlar FETÖ vb. terör örgütleridir. Hemen değilse de orta ve uzun vadede (inşallah) kaybedecek olanlar onlardır.
Ama biz buradayız. Yani Anadolu’da kökleşen kaderimizle, geleceğe huzurlu yürüyüşümüzü sürdürmek zorundayız.