Kemalizm tarikatına doğru…

04:0019/09/2024, Perşembe
G: 19/09/2024, Perşembe
Ömer Lekesiz

Mimarlık psikolojisi , “inşa etme sanatının ilgili araçları sayesinde fertlerde uyandırılan ruhsal etkilerin izlenim / intiba yoluyla dışavurumu” olarak tanımlanır. Bu tanımda, mimarlığının mahiyetiyle fonksiyonunun ya da özüyle işlevinin çakıştırılması gözetilmez, bilakis ait olduğu sanattan ve onu eser olarak ortaya çıkaran sanatçıdan bağımsız olarak orta yerde duran bir mimari yapının onunla kurulan göz ve akıl temasının ruhlar üzerinde yaptığı etkiyle bu etkinin söze, soyuttan somuta yani bilgiye


Mimarlık psikolojisi
, “inşa etme sanatının ilgili araçları sayesinde fertlerde uyandırılan ruhsal etkilerin izlenim / intiba yoluyla dışavurumu” olarak tanımlanır.

Bu tanımda, mimarlığının mahiyetiyle fonksiyonunun ya da özüyle işlevinin çakıştırılması gözetilmez, bilakis ait olduğu sanattan ve onu eser olarak ortaya çıkaran sanatçıdan bağımsız olarak orta yerde duran bir mimari yapının onunla kurulan göz ve akıl temasının ruhlar üzerinde yaptığı etkiyle bu etkinin söze, soyuttan somuta yani bilgiye dökülme süreci gözetilir.

Diğer bir ifadeyle, kişiler bu tanımda hem isim hem de mizaç/ferdiyet olarak
birlikte silinir
. Zira i
sim
lendirme sadece
işare
tlemeden ibaret olduğu için, isimlendirilenin mahiyeti hakkında bir bilgi vermez. Dolayısıyla izlenen bir yapı onun izlenmesiyle oluşan ruhsal bilginin dışavurumundan ibaret olur.
Biz de bu
izleğe
uygun olarak,
Her yığın layık olduğu efsaneyle yönetilir
başlıklı yazımızda ilkin
Kemalizm tarikatına
vurgu ile Selçuklu ile Osmanlı’nın Bâtınîler, Fâtımîler ve İsmailîler’le muhatap olma tarzlarının izlenim esasında dışa vurumları hakkında altı menzillik bir yolculuk yaptık.
Şimdi sıra o yazılarımızın ilk hareket noktası olan
Bâtınîlikle Kemalizm
tarikatları arasındaki ilişkiyi tam da zikrettiğimiz usulle ele almaya geldi.
Batınîlikle Kemalizm tarikatı arasındaki ilişkinin temelinde, önceki yazılarımızda zikrettiğimiz
din
esaslı iki
arayış
ve uygulamanın yattığı malumdur.
Buna göre Selçuklu’nun heretik unsurlarla karşıtlığa, Osmanlı’nın ise onları
dışın içinde
tutarak devlet hizmetinde kullanmaya mahsus irade ve uygulamaları, her iki devlette de belli dönemler itibariyle kimi olumlu sonuçlar vermesine rağmen son tahlilde kalıcı, geleceğe ait umut verici, istikrarlı bir çözüme dönüşmemiştir.
İtilaf
tanımlı Fransa, Sırbistan, Rusya, İtalya, Yunanistan, Portekiz, Romanya ve ABD;
İttifak
tanımlı Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Bulgaristan’ın katıldıkları I. Dünya Savaşı’nda, Avrupa’nın asıl
Haçlılık
maksadında gizli, ortak ve nihai arzusu olarak
Osmanlı’nın yıkılışını
ve bunu takiben Anadolu halkının verdiği İstiklal mücadelesiyle kurulan
Yeni Türkiye
’nin de kendi tarih, inanç ve kültür temelini oluşturan Selçuklu ve Osmanlı örneklerindeki gibi İslam bütününde Sünnîlerle heretik unsurların ve ayrıca Hıristiyanların… çatışmalarını giderecek ve dolayısıyla tebayı yeni devlete tam bağlayacak bir
yönetim arayışına
girilmesi ilk bakışta tabiî görülecektir.

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla uçlanıp, Tanzimat Fermanı ile resmileşerek, asıl uygulamaları -ordu ve eğitim önceliğinde- II. Abdülhamid tarafından yapılarak bir devlet/sistem tercihi haline getirilen Batılılaşmanın, bir kısmı tecrübe edilmiş veriler olarak Cumhuriyet meclislerine devredilmiş olması, söz konusu yeni arayışın mahiyetini de daha baştan belirlemiştir.

Osmanlı’nın
hasta adam
devrindeki Batılılaşma tercihinin, salt devlet/saray iradesiyle ortaya çıkmadığı, hem bir ihtimal hasta adamın ölümden kurtulma reçetesi hem de Haçlıların rekabetten düşürülmüş, güdülebilir bir Türkiye yaratma emellerinin ortak sonucu olduğu malumdur.
Bu safhada özellikle İngilizlerin nifak merkezleri Selçuklu ve Osmanlı tecrübelerini
tersine çevirmede
son derece etkili olacak, asla
Batılı sayılmayacak
ama tarih, inanç ve kültür itibariyle kendisi (Müslüman Türk) olarak da
kalamayacak
ama son tahlilde Haçlı dünyasının dışının içine çekilip, bu yolla her zaman müdahaleye açık tutulacak bir Türkiye hayali, yeni devletin kendi
demir yumruğuyla
gerçekleştirilecektir.

Sırasıyla yeni Türkiye’de saltanat ve hilafet kaldırılacak; cumhuriyet sistemi benimsenecek; Tevhid-i Tedrisat başlatılacak; şapka giyme ve Avrupaî kıyafet zorunlu olacak; tekke, zaviye ve türbeler kapatılacak; Osmanlı elifbasından Latin alfabesine geçilecek; Roma hukukuna dayalı Kara Avrupa’sının hukuk sistemi benimsenecektir.

Bunlardan bir ya da birkaçına karşı çıkanlar -Sünnî, heretik ayrımı yapılmaksızın- İskilipli Atıf örneğinde olduğu gibi infazı öne alıp kararı sonraya bırakan İstiklal Mahkemeleri’nce idam edilecek, Ali Şükrü örneğindeki gibi sosyal rolleri nedeniyle idam edilmeleri zor olanlar suikastlarla ortadan kaldırılacak, Menemen hadisesinde olduğu gibi karşı çıkmadıkları halde karşı çıkmaları arzulananlar muhtelif provokasyonlarla tahrik edilerek cezalandırılacaklardır.

Yeni devletin demir yumruğunu işletmedeki en büyük dayanağı ise Osmanlı bakiyesi tebanın Göktürkler devrinden beri
devletin
varlığını
zorunlu
,
yöneticisini
gerekli
gören bir anlayışa ve bu anlayışı tahkim eden İslam’a tabi olmalardır.

Bir diğer ifadeyle Türk-İslam devlet geleneğinde “…Dinî düzenin ancak dünyevî düzen ile dünyevî düzenin ise ancak itaat edilen bir devlet başkanı ile gerçekleşmesi…” (Gazzâlî) önemli ilkelerden biri olarak yaşatılmıştır.

#kemalizm
#siyaset
#Ömer Lekesiz