Abdülkâhir el-Cürcânî’nin kaydettiği üzere, büyüklerimiz dili şöyle tarif etmişlerdir:
“Dil, güzel açıklamanın kendisiyle ortaya çıktığı bir araç; içindekini haber veren bir dış; bilinmeyen hakkında bilgilendiren bir şahit; anlaşmazlığı sona erdiren bir hâkim; çirkini yasaklayan bir vaiz; güzele çağıran bir süsleyici; sevgi eken bir çiftçi; kin biçen bir hasatçı ve kulakların hoşuna giden bir eğlencedir.”
’nin
’sinden (Ekrem Demirli çevirisiyle) naklettiğimiz seçilmiş sözlerin, aynı zamanda veciz oluşlarından hareketle, onlarda söz güzelliğinin lafızdan mı yoksa sözdiziminden mi kaynaklandığı tartışmasını, çevirilerine başvurduğumuz için yapmıyoruz.
Zira, bir çeviride çevirmenin lafzı ve sözdizimini gözeterek bize aktarmaya çalıştığı şey, manadır. Dolayısıyla Şeyh’in sözlerini Arapça aslından değil çevirisinden naklettiğimiz için, okur olarak bizlerin de salt onlardaki manaya yönelmemiz doğaldır.
Bu bahiste Şeyh’in seçilmiş sözleri esasında dile getireceğimiz husus, onun, Allah’ın ve Resulünün kullandığı kelimeleri önceleyen olması bakımından, Kur’an ve hadislerin içinden konuşuyor olmasına duyduğumuz güvendir. Bu aynı zamanda mana kâşifleri olarak bizleri de bu iki temel söz kaynağının içinde durmaya yöneltir ve böylece yukarıda zikrettiğimiz şekildeki dil tanımının içinde dururuz.
O halde, İbnü’l-Arabî’den naklettiğimiz seçilmiş sözlerden maksadımız, Allah’ın ve Resûlünün söz iklimine vurgu yapmaktan, onlarla yaşamayı ve konuşmayı öğrenmek ve öğretmekten öte bir maksat değildir.
Şeyh Muhyiddin İbnü’l-Arabî
diyor ki:
“Şeriatın dile getirdiği
, kölenin efendiye, yaratılmışın yaratana, merbubun rabbe, güç yetirenin kâdire, sanatın sanatkâra nispet edilmesidir. (FM, XV: 262)
“Sözde ve kelâmda çirkinlik yok / Çirkinlik hakkında konuşulan şeyde.” (FM, XV: 300)
Siz kendinizi pervaneler gibi ateşe atıyorsunuz, ben de sizi kanatlarınızdan tutup, engellemeye çalışıyorum.” (FM, XV: 346)
“Sakın gözlerini dikme, gözünün önünde olan
, (çünkü) onun bir değeri yoktur.” (FM, XV, 358)
olmasaydı sûretler meydana gelmezdi; suretler olmasaydı, nispetlerin farklılığı bilinmezdi.” (FM, XV: 379)
“Hak âlemin varlığı, işin
görün / Göz görür, vehim sınırlar / Akıl fikrin hükmüyle sureti olumsuzlar O’ndan / Fikir örter, keşif izhar eder / Akıl fikir ile keşif arasında kalır; düşünceler hayrette kalır / Fikir O’nu tenzih eder, vehim tasvir eder.” (FM, XVI: 186)
“İnsan nefsinde ibadet ettiği bir
inşa eder. Demek ki, insan tasvir edendir. Aynı zamanda yaratılmıştır, başka bir ifadeyle Allah insanı inşa ettiği sûrette ibadet eden kul olarak yaratmıştır. (FM, XVI: 254)
halk (yaratma) mertebesinin sonuncusudur.” (FM, XVI: 255)
“Her sözde Allah’a dönük bir
bulunur.” (FM, XVI: 277)
zatı gereği sevilir. Bununla birlikte süs güzelliği eklendiğinde ise ‘nur üzerine nur’ gibi güzellik üstüne güzellik olurken, muhabbet üzere muhabbet hasıl olur.” (FM, XVII: 43)
ve kıymetlendirmeler, vakitlerin değişmesiyle değişirken, hâller de vaktin otoritesi nedeniyle değişir.” (FM, XVII: 48)
sebebi, görülenin istidadıdır.” (FM, XVII: 205)
“Zarf bir kap iken,
(anlamın kendisinde bulunduğu) döşektir.” (FM, XVII: 222)
“Her hakikatin herkese göre bir tanımı vardır,
aldatmamalıdır; insanı saptıran şey benzerliklerdir.” (FM, XVII: 279)
“Başkalarının varlığı olmasaydı sırlar olmazdı.” (FM, XVII: 357)
–konuşanın değil– dinleyenin değerine göre ortaya çıkar.” (FM, XVIII: 107)
ü amelinden sayanın sözü az olur.” (FM, XVIII: 192)
leri süslemek gerekir.” (FM, XVIII: 312)
“Bir
değil,
olmanı tavsiye ederim.” (FM, XVIII: 370)
Her amelin karşılığı vardır, her gelecek olan da yakındır.” (FM, XVIII: 423)
“Nefsini bilen Rabbini bilir.” (FM, I: 295)
“Herkesin son nefesi, üzerinde öldüğü bilinen son makamdır.” (FM, II: 292)
uyuduğu hâle göre berzah âlemine geçer.” (FM, II: 345)
şeytanın günahı ilham etmesini kabul etmesi ve bu konudaki meşru hükmü bilmeyişi bakımından nispet edilir.” (FM, II: 369)
“Berzah, bilinen–bilinmeyen, var olan–olmayan, olumlanan–olumsuzlanan, akledilir olan–olmayan şeyler arasında ayırıcı bir durum olduğu için berzah diye isimlendirilir.” (FM, II: 419)
“Her insan,
kazancıyla rehin, amellerinin sûretlerinde hapistir. (FM, II: 429)
“Maddi ve manevi
ler, nefislerin
sıdır.” (FM, IV: 291)