Bin Kayrevan’dan bir Kayrevan’a

04:007/05/2024, Salı
G: 7/05/2024, Salı
Ömer Lekesiz

Önceki yazımızda Hz. Ukbe b. Nafi’nin (ra), Tanca’yı da fethederek, serin dalgalarıyla atının ayaklarını ıslatan Atlas Okyanusu’na doğru “Rabbim, şayet önümdeki şu deniz olmasaydı ben bu ülkede senin yolunda cihat etmek üzere devam edip gidecektim” şeklindeki nidasını onun cihat konusundaki cehdine örnek olarak vermiştik. Cihat, İslam’ın en muhteşem eylem biçimlerinden biridir. Çünkü hayatın her cephesini kapsar. Nefis terbiyesini “büyük”, silahla yapılan savaşı “küçük” cihat sayan İslam anlayışının


Önceki yazımızda Hz. Ukbe b. Nafi’nin (ra), Tanca’yı da fethederek, serin dalgalarıyla atının ayaklarını ıslatan Atlas Okyanusu’na doğru “Rabbim, şayet önümdeki şu deniz olmasaydı ben bu ülkede senin yolunda cihat etmek üzere devam edip gidecektim” şeklindeki nidasını onun cihat konusundaki cehdine örnek olarak vermiştik.

Cihat, İslam’ın en muhteşem eylem biçimlerinden biridir. Çünkü hayatın her cephesini kapsar. Nefis terbiyesini “büyük”, silahla yapılan savaşı “küçük” cihat sayan İslam anlayışının mensupları, ezanı yeryüzüne yaymayı cihat olarak değerlendirdikleri gibi, insanın hayatını kolaylaştırıp güzelleştirmek için yeryüzünün imar etmeyi, hem kendine kem de başkalarına hayır ve iyilikte bulunmak üzere ferdî niyet ve eylemlerini terbiye etmeyi… “de” cihat olarak değerlendirirler.

Yine o yazımızda Ukbe’nin Ifrikiyye’de Kayrevan adıyla bir şehir kurup, orada bir cami inşa edişinden de söz ederek, görmemizin Rabbimizce nasip edilmesi halinde Kayrevan’ı kaydi ve ayne’l-yakîn bilgilerle ayrıca anlatmayı vaat etmiştik. Rabbimize şükürler olsun o nasip tahakkuk etti ve şimdi sıra vaadimizi yerine getirmeye geldi.

Kayrevan hakkındaki kaydi bilginin, kuşatılmasının zorluğunu da değil imkansızlığını peşinen ifade etmeliyiz. Bunun iki nedeni var. Birincisi Ifrikıyye / Tunus tarihinin aynı zamanda bir Akdeniz, Doğu ve Batı Roma, İslam fetihleri ve devletleri, Osmanlı ve Batı sömürgesi tarihi olmasındandır. Bu nedenle Kayrevan hakkında bizim dünyamızdan Belâzürî’ye (ö. 892-93), el-Makdisî’ye (ö. 1233), Ebü’l-Fidâ’ya (ö. 1331) baş vurulması ne kadar gerekliyse Batı dünyasından Braudel’e (ö. 1985) başvurulması da bir o kadar gereklidir. Bir de İslam sanat ve mimarisiyle ilgili boyutu var Kayrevan’ın. Bu konuda çalışanların en meşhurlarından ikisi, Georges Marçais (ö. 1962) ile Creswell’dir (ö. 1974).

En iyisi biz bu bağlamda okurlarımızın kolayca erişebilecekleri Osmanlı Devrinde Tunus (Mehmet Maksudoğlu, İnkılab Yay.); Osmanlı Akdenizi (İdris Bostan, Küre Yay.) ve Tunus’ta Osmanlı Mimari Eserleri (Kadir Pektaş, TTK Yay.) adlı kitapları zikredip, el-Makdisî’den bir nakille sürdürelim sözümüzü.

Makdisi, Ahsenü’t-Tekâsîm’inde 970’li yılların Kayrevan’ı hakkında şu bilgileri vermiştir:

“Kayravan bu iklimin (Mağrib ikliminin) merkezidir. Güzel, büyük, ekmekleri ve eti tatlı, zıtlıkları barındıran bir şehirdir. Meyveleri, ovası, dağı, denizi, nimetleri çok, ilmi olan, ucuz bir yerdir. Eti çok tatlı olup beş menni 1 dirhem, incirin beş menni 10 dirhemdir. Üzümünü, hurmasını, kuru üzümünü sorma! Burası iki Mağrib’in limanı, iki denizin ticaret yeridir. Buranın şehrinden daha kalabalık, daha rahatını göremezsin. Çok ülfet sahibi, gürültücü olmalarına rağmen Hanefi, Maliki mezhebinden başka bir mezhep yoktur. Asla tarafgirlik yapmazlar. Onlar Allah’ın nurudurlar, Kendi işleriyle uğraşırlar, kalpleri temizdir. Burası Mağrib’in medar-i iftiharı, sultanın merkezi, ana rükunlardan biridir. Nişabur’dan daha merhametli, Dımaşk’tan daha büyük, İsfahan’dan daha değerli bir yerdir. Ancak, suları az, edepleri hafiftir. Zarif kimse bulunmaz. Sularını sert toprakta biriktirirler, dükkan sahiplerine vergi koyarlar, geçimleri Sabra’dandır. Şehrin çarşıları işlemez, halkı salıverilmiş sürü gibidir, teravihleri kılmazlar. Halka 3x3 milden az yer kalmıştır. Şehrin suru yoktur. Yerdeki depolardan, sarnıçlardan su içerler. Buralarda yağmur suyu birikir. Halife Muiz onlara dağdan su getirmiştir. Bu su ile depolarını, doldururlar, Sabra’daki sarayına bir kısım su girer. Evleri yapışkan çamur ve tuğladandır. Zeytinyağı depoları çoktur. Camisi şehrin göbeğinde çarşıların ortasında Simat el-Kebir (büyük sofra) denen yerdedir. İbn Talun Camii’nden büyük, mermer sütunlu, zemini mermer döşeli, olukları kurşundandır. Kapıları Simat Kapısı, Sarraflar Kapısı, Rehadine Kapısı, Fuzuliyyin Kapısı, Minare Kapısı, Boyacılar Kapısı, Kassarlar Kapısı, Perşembe Pazarı Kapısı, Oluk Kapısı ve Hurmacılar çarşısındaki Haskapı’dır. Bu şehrin ayrıca Kasaplar Kapısı, Mızrakçılar Çarşısı ve on beş sokağı vardır: Bunlar Rebi sokağı, Abdullah sokağı, Tunus Sokağı, Esrem sokağı, Eslem Sokağı, Pazar çarşısı sokağı, Nafi sokağı, Ayakkabıcılar sokağıdır.” (Trc.: Ramazan Şeşen)

Kayıtlardaki Kayrevan’ı bu şekilde verdikten sonra, bizde artık -tıpkı büyüğümüz Makdisî’nin yaptığı gibi- Kayrevan’ı hem övmeye hem de dövmeye yönelebiliriz. Ancak bundan önce “Batılılar bir bahçeye girdiklerinde oradaki bitkileri sayarlar. Doğulularsa o bahçedeki bitkilerin kokusuyla mest olmayı seçerler” şeklinde meşhur olan bir söyleyişin neresinde olduğumuza dair bir not düşmeliyiz.

#Aktüel
#Tarih
#Ömer Lekesiz