Bilgiyi bulduğumuz için okuruz aradığımız için değil

04:0016/09/2023, Cumartesi
G: 16/09/2023, Cumartesi
Ömer Lekesiz

İnsanın yaratılış özelliklerinden biri olan okuma yı, edebiyat ve dolayısıyla söz / rivayet ya da salt yazı merkezli olarak düşünenler, eylem nitelemesiyle birlikte onu yalnızlık fenomeni içinde inceleme yarışına girerler. Çünkü spekülatif bir öze sahip olan okuma, tam da bu yönüyle romantik yaklaşımların tamamını kendiliğinden kabul ettiği gibi, eylem planında da bireyselleştirme yoluyla özelleştirilerek, muhatabının okuyan olmak bakımından seçkinleştirilmesini daha çok mümkün kılar. Oysaki okuma

İnsanın yaratılış özelliklerinden biri olan
okuma
yı, edebiyat ve dolayısıyla söz / rivayet ya da salt yazı merkezli olarak düşünenler,
eylem
nitelemesiyle birlikte onu
yalnızlık
fenomeni içinde inceleme yarışına girerler.

Çünkü spekülatif bir öze sahip olan okuma, tam da bu yönüyle romantik yaklaşımların tamamını kendiliğinden kabul ettiği gibi, eylem planında da bireyselleştirme yoluyla özelleştirilerek, muhatabının okuyan olmak bakımından seçkinleştirilmesini daha çok mümkün kılar.

Oysaki okuma yaratılış bakımından doğal ve
genel
, kavrayış ve yönelim bakımından
özel
dir; en geniş anlamıyla düşünmek / tefekkür etmek de okumanın asıl kendisidir.
Aynı şeyi aynı şekilde iki defa denemekten aciz olan öznenin okuma arzusu ile kavrama talebi de onun
seçim
ine tabidir. Diğer bir söyleyişle her yeni bir denemesinde önceki denemesinin ancak
misl
ine erişebilen özne, okumayı ve kavramayı da muhtaçlık hissetmeden, bunlara mahsus (özel) bir yönelimi gereksinmeden gerçekleştiremez.
Kaldı ki, okumayı açık bir idrak ile süreklileştirmek de zaten insanın lehine değildir. Zira
yaşamak
dediğimiz şey genel planda bir okumalar
toplam
ından oluşuyor olsa da insan bu okumaları genel bir kavrayış ya da kavrayıştaki genellik içinde idrak etmediği takdirde yaşama alanını veya ilgilerini -kendisini boğacak derecede- daraltmış olur.

Buradaki “Kavrayış (prehension), genel olarak bilinçten arındırılmış saf etkileşim anlamına gelmektedir. Dolayısıyla o, salt bir bilinç durumu değil, her türlü ‘varlık’ arasında var olan evrensel bir alakayı, bağlantıyı, anlayışı ve algıyı, hissetmeyi ifade etmektedir. Kavrayışlar, bil-fiil varlıkların doğasındaki somut unsurlar olmakla, dış dünyaya işaret etmektedir.” (Alfred North Whitehead, Süreç ve Gerçeklik, Trc.: Kevser Çelik, Fol Yayınları, Ankara 2021)

Buna göre, okumada öncelik dışta(n)dır. Dışta(n) oku(n)ma ise mezkur doğallık ve genellik algısı içinde doğrudan ya da dolaylı olarak varlık eyleminin tüm kiplerinde gerçekleşir ki, bu yanıyla okuma edebiyat merkezli okumadaki yalnızlığı asla gereksinmez, bilakis başkalarının okumalarıyla eşzamanlı olarak bereketli bir telvine (renklenmeye) erişir. Bu, Whitehead’ın tespitiyle genellemeler içinde düşünüp, fakat ayrıntılar içinde yaşamamızın doğal bir sonucudur.

Okumanın dıştan sonra içte ya da eş zamanlı olarak birlikte yapılmasında da yalnızlık yönünden durum aynıdır. Velev ki okunan bir metin olsun, okurken yazar okuyanın ensesindedir; en azından okur yazarla gerek anlama gerekse itiraz yönünden sürekli bir didişme, hesaplaşma ya da hakkını teslim etme durumundadır. Gerçekte okuyan yalnız bir okurdur ama okuma eyleminin hakikatinde yazar bir başkası olarak onun hep yanı başında bulunur.

Dış(tan) ya da iç(ten) okumanın süreçleri de müşterektir. Gözlem, tecessüs, tefekkür ya da kitap okuma eyleminde sırasıyla şu üçlü asla değişmez: Harf, kelime ve cümle.

Harf ses ile nefesin kiyazmasıdır. Kelime, örneğin M(mim) harfini telaffuz ettiğimizde, bir anlam birimi için yöneldiğimiz diğer harflerin nikahlanmasıyla eriştiğimiz ilk yapıdır.

Cümle ise kelimelerin bir anlam esasında cemaat haline gelmesidir. Buna göre örneğin mim, Muhammed kelimesinde,
Muhammed
ise “lâilahe illlah muhammedün resûlullah”ın ifade ettiği manada mekan tutar.
Bunu dıştan en geniş anlamıyla form ya da suret yoluyla okuyabildiğimiz gibi, içte de oluş ve inanma yönünden okuyabildiğimiz için mezkur zıtlığı dışın içi ve için dışı olarak hem aşmış hem de ikisini eşzamanlı olarak idrak etmiş ya da bizzat yaşamış oluruz. Ayrıca harf, kelime ve cümle üçlüsünü
varlığın üç hâli
olarak okumamız da mümkündür. Bir ses (tını) bil-kuvve bir harftir; bir kelime (örneğin insan) aynı zamanda bir varlıktır; bir cümle ise (somut ya da soyut olarak) bir dünya kurmaktır.

Okumanın nesnesi ve maksadı olarak ilk bilgi(ler) ise ilâhî ve beşerî olmak üzere iki yönden gelir. Yine dışı ve içi birlikte ihtiva eden bu iki bilgiden ilâhî olanı tefsir, beşerî olanı ise şerh yoluyla hayata katılır ki, her ikisi de ilk ve son tahlilde bir okuma eyleminden ibarettir.

Diğer bir söyleyişle üzerine gün ışığı vurmamış hiçbir düşüncenin bulunmadığı şu âlemde bilinen olarak bilginin ilerleyişi veya bir artışa tabi olarak tedavülde bulunması, önceden bildirilmiş olanla bilenebilecek yeni şeylere dair yeni bir okuma ve bu sayede bir bulma ve bulduğu şeyin gerçek mahiyetini arama çabasından başka bir şey değildir.

Nitekim büyüklerimizin, müşahede ve bilme tahtında söyledikleri “Bulan arar, arayan bulamaz” sözü de bu sonuca işaret etmektedir.

#bilgi
#okuma
#kavrayış
#tefekkür