Sebeb-i telifin mesneviye mahsus olduğunu, büyüklerimizin bu mirası nesirlerine de taşıyarak yaygınlaştırdıklarını söylemiştik. Geçtiğimiz salı Taha Abdurrahman ’ı izdiham nedeniyle dinleyemeyince, sıcak günü dost yüzlerin serinliğinde tamamlayabilmek için Cemal Şakar ve Mustafa Kirenci’ yi ikamet ettikleri mahallede ziyaret ettim. Sohbetimizde sebeb-i teliften de söz açıldı. İçimizde Sezai Karakoç’u hem şiiri hem de tefekkürü itibariyle en iyi bilen Kirenci, Hazretin Leylâ ile Mecnun (ki o modern
Sebeb-i telifin mesneviye mahsus olduğunu, büyüklerimizin bu mirası nesirlerine de taşıyarak yaygınlaştırdıklarını söylemiştik.
Üstadın söz konusu sebeb-i telifi, aslında başlı başına bir şiir dersidir; şiir neden, nasıl, ne zaman (hangi imkanların müşterek tahakkukuyla) yazılır vb. ancak Müslüman bir şairden öğrenilebilecek cevapları da ihtiva eder.
Özgür çöllerde bin yılda birikmiş
Aşkın ve şiirin kıldan ince
Kılıçtan keskin sıratlarından geçmiş
Saf bedevi türkülerinden cevher seçmiş
Nizami Molla Câmi Fuzuli
Daha nice ulu şairin kalemiyle
Anıt eserlerin en büyüklerinden
En arı duru eğilmez bükülmez
Benzeri olmaz değişmez dönüşmez
Bin zırh ve bin kalkan içinde
İpek kadar kaygan
Çelikten bir gövde
Burç ardında burç
Kale ötesinde kale
Yaz gündüzünden açık
Gizli kış gecesinden gece
Bir öykünün önünde nasıl durdun
Niçin kendini bu sarp yola vurdun
Daha iyisini mi yazacaksın içlilikte Fuzuli’den
Daha ileri mi gideceksin hayalde Nizami’den
Daha derine mi ineceksin Câmi’den
Çağın geçerakça konuları dururken
Bu ateşten işe giriştin, neden?
Diye bir kuşku yedi bu kitabın şairini
Yaşadı âdeta Leylâ Mecnun hikâyesini
Aylar yıllar geçti yazamadı tek mısra
Sanki önü kapalıydı yüksek dağlarla
Sanki yasak bir bölgeye girmişti
Güneşin gözünü kamaştıran bir gölgeye girmişti
Karanlık mağaradaki son mum da sönmüş
Çevre, uyumsuzluk gezegenine dönmüş
Günler günlere böyle devretti borcu
Yarım kalan kitabı bütünleme tutkusunu
Yarım bırakmamıştı şimdiye kadar hiçbir işi
Bitirmeli giriştiği işi kişi
Ama söz ve yazının yerini tuttuğu
O yaşanmayan anlar sarmıştı ufku
Şairler yaşayamadıklarını yazarlar
Ama o yazılacak olanı yaşarlarsa susarlar
Dil kımıldamıyor ağız kapalı
Kalem cepte küf tutmuşçasına saklı
Anladı ki bu öykü başka bir öykü
Ne şiir işi sadece ne türkü
Leylâ ve Mecnun dönüp bakıyorlar Cennet’ten
Bir işaretle hep sus diyorlar
Sus, yazma, kır kalemi, çevrene bak
Korkmadan dal ölümün ve hayatın
gözbebeklerine
Neler göreceksin onları dinle
Anlatabilirsen onları anlat
Odur işte bizim hikâyemiz
Ayaklar altında çiğnenen sevgiler
Kırılan onurlar... odur bizim hikâyemiz
Zindanlarda boşanır kadehimiz
Aç susuz ve tekmelenmiş
Zavallı hayvanların bakışlarında
Çatlamış yüreğimizin kavı tutuşur
Öksüzün ufkunda hayallerimiz uçuşur
Dulların yetimlerin
Köle ve esirlerin
Yoksulun çaresizin
Gönlündeki burukluk bizim anımızdır
Anlatırsan bütün bunları bizi anlatmışsındır
Ama şairin aklı takılmıştı bir kere
Yarım kalmış bitmeye arzusuz hikâyeye
Hilâl dönemini aşmış ama dolunay olamamış
Bir ay elbet bütünlenmek ister
Ama kalemde bu mucize kudreti
Ve göklere mahsus güç ne gezer?
Bir yerdesin ki ne geri dönebilirsin
Ne de bir adım ileri gidebilirsin
Ne de olduğun yerde durabilirsin
Duyuş düşüncede düşünce duyguda
Yatırılmış gibi gizli bir uykuda
Bir rüyanın çarpılışına şahit olmak
Perilerin çeşmeye yansımasından
Doğan ışık ve alevlerin titreyişi
Gibi etraftan geçen geçmiş zaman hayallerinin
Gözyaşı döktüren mahkûmluğunu tatmak
Ve birden yazmıyorum dedi
Sen zorla beni
Sen görevlerin görevi
Sen zorla gecenin kelebeği
Namaz bitimlerinin sır dili
Oruç ikindilerinin şehri
Sen zorla beni
İnsan dersi
Kelimeleri getir
Cebrail’in öğrencisi
Kâğıdı akla gözyaşı duasıyla çocuğun
Ateşten geçir kalemi
Bir tanecik dostum
Sevgilim
Çile adlı peri
Her ulu değişimin seheri
Her sonu bir başlangıç yapan
Yüce bir makama çıkaran her seferi
Ve yazmayacağım dedi
Leylâ ve Mecnun yaz demedikçe
Hayvanat bahçelerindeki
Esir geyiklerin gözlerinde
Ve şehit kanında bir ebcet gibi
Bir şifre bir parola bana açıklanmadıkça
Çınarlar serviler ve deniz
Ben çağırmadıkça
Yeniden
Sohbetin en derinine
Ve toprak bağırmadıkça
Kesilen bir kurban gibi
Ve ruh sarsıntılar cehennemini
Aşıp geçmedikçe
Kanadı ıslanmadan.