Anayasa müzakerelerinde dikkat edilmesi gereken bazı maddeler var. Gerçi bu tek bir paket ve belirli bir dengeyi yansıtıyor ama, uzlaşma metnindeki birkaç düzenleme, özgürlükleri 1982 Anayasası'ndan da geri bir konuma itiyor.
Türkiye'nin geleceğini Anayasa'dan ziyade, "3'üncü Dünya Harbi" belirleyecek fakat, ülkemizin dışındaki gelişmelere nasıl olsa hükmedemiyoruz. Öyleyse, bari, etkileyebileceğimiz bir gündem maddesiyle ilgilenelim.
Anayasa değişikliği de, uluslararası konjonktürün tesiri altında kalıyor. Terör suçu ön plana çıkarken, terörist Apo'nun himaye görmesinin yarattığı çelişkiye parmak basanlar var. Bu bağlamda "terör suçları için idam cezası kaldırılmasın" diyenlerin sesi daha gür çıkmaya başladı.
Oysa biz, dış değil, iç dengelere bakmak ve "Apo'yu asmayıp beslemenin (!)" getirdiği, getirebileceği avantajları iyi hesaplamak zorundayız. Veyahut aksini... Yani PKK ile yeniden bir sıcak çatışmaya girme ihtimali mevcut mu? Bu konuyu, her türlü oy kaygısından uzak, sadece memleket menfaatleri açısından değerlendirmeliyiz.
İkinci husus da, Mehmet Barlas'ın temas ettiği "28 Şubat'ın globalleşmesi"
Terörün, İslâm'a bağlanması suretiyle, tıpkı Türkiye'de görüldüğü gibi, Müslüman dindarların bir tehdit unsuru haline getirilmesi. Öyle mütalâa edilmesi.
Evet Bush, önce Haçlı Seferlerinden (Crusade) söz etti, ama, bu söz, İngilizce'de, tıpkı Türkçe'de "Cihad" kelimesi gibi, dinî içeriğinden arındırılmış olarak kullanılabilmekte, (meselâ eğitimsizliğe, yoksulluğa karşı crusade'den söz edilebilir) ayrıca, zaten ABD Başkanı, sırf yanlış anlamayı tamir maksadıyla, bir İslâm Merkezi'nde, Müslümanlığı övme basiretini gösterdi.
Bin Ladin'in, kendisini iyi Müslüman zan'eden bir fanatik olması, "İslâmiyet terör üretiyor" yargısına varmak için bırakınız delil, karine dahi teşkil etmez. Hitler Hıristiyan'dı. Filistinlileri katleden Sharon ise Musevi. Ya Stalin, ya Sırp kasabı Miloseviç? Şiddet eylemleri, kendilerini meşrulaştıracak (!) gerekçeler, ideolojiler daima uydurabilir. Bu bir din veyahut tarikat ve mezhep de olabilir. Ama, suçlu, inanç sistemi değil, bizatihi masum insanları katleden kişilerdir.
Üstelik, Usame Bin Ladin'i, Sovyet işgaline karşı terör makinesi haline ABD dönüştürmedi mi? Peki Türkiye'deki Hizbulvahşet'i kim besledi, büyüttü? Bu örgütte devletin derin izlerini teşhis etmek mümkün.
Evet, Anayasa değişikliği, dışımızdaki gelişmelerden etkilenecektir. Bakalım 37 maddede kaç fire verilecek?
Yalnız, bazı değişikliklerde 1982 Anayasası'nın da gerisine düşüldüğünü hatırlatmak isteriz.
Anayasa'nın 13'üncü maddesindeki genel sınırlama sebebleri (Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, milli egemenlik, cumhuriyet, milli güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlâk, genel sağlık) kalkıyor, "Temel hak ve hürriyetlerin, Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeblere bağlı olarak sınırlanabileceği" esası, genel bir hüküm olarak uzlaşma metninde yer alıyor.
Aynı şekilde, "Temel Hak ve Hürriyetlerin kötüye kullanılamamasını" düzenleyen 14'üncü maddede de olumlu bir değişiklik gerçekleşiyor: "Anayasa'da yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbirinin, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmak için kullanılamayacağı" belirtiliyor. Diğer kötüye kullanma sebebleri, metinden çıkarılıyor.
Buna mukabil, iki maddede geriye adım var.
Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti (Madde 26)
Uzlaşma Komisyonu'nun metninde, "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, Anayasa'nın 1, 2 ve 3'üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz" deniliyor.
Bu, 1982 Anayasası'nda bulunmayan yasakçı bir yaklaşım ve düşünce hürriyeti açısından fevkalâde sakıncalı.
Evet... Anayasamızın, ilk üç maddesi değiştirilemez. Ama bu yasak, kişilere değil, anayasayı değiştirme iktidarına, yani TBMM'nin nitelikli çoğunluğuna hitap etmekte. Oysa, uzlaşma metni, kişilerin, bu hükümleri eleştirmelerini de yasaklıyor. Anayasa'nın 3'üncü maddesine göre "Başkent Ankara'dır" Birisi, "Başkent İstanbul olsun" derse, yeni düzenleme ile bu suç sayılacak. Veyahut, "... dili Türkçe'dir" yerine "... Resmi dili Türkçe'dir" diye bir öneride bulunmak da, yasak kapsamına sokuluyor.
Basın hürriyetine ilişkin 28'inci maddede de, 26'ncı maddeye atıf yapıldığından, aynı sınırlama, köşe yazıları ve yorumlar için de geçerli oluyor.
İfade ve basın hürriyetine vurulan bu muazzam darbe, "Demokratikleşme" adı altında sunulan paketin özüyle de çelişiyor.
Hürriyetler konusunda ikinci geri adım, dernekleri düzenleyen hükümde (m. 33) göze çarpıyor.
1982 Anayasası'nda, "Dernekler ancak hâkim kararıyla kapatılabilir. Gecikmesinde sakınca olan hallerde, kanunda gösterilen bir merci, derneği faaliyetten men edebilir. Ama bu kararın 24 saat içinde, görevli hâkimin onayına sunulması lâzım."
Yeni düzenlemede, dernek kurma hürriyetinin ancak hâkim kararıyla sınırlanabileceği belirtilmediği gibi, acil durumda, bu yetkinin, kanunda gösterilen bir merci tarafından kullanılabileceği, söz konusu merciin kararının 24 saat içinde hâkimin onayına sunulması gerektiği de belirtilmiyor. Böylece anayasal açıdan, dernekler daha az güvenceli bir sisteme bağlanıyor. Dernekler Kanunu'na, sözgelimi "Dernekler polis tarafından kapatılabilir" ibaresi konulsa dahi, o hüküm, Anayasa'ya aykırı olmayacaktır.
Derneklerin ancak hâkim tarafından kapatılabileceğini belirten ve merci kararının da 24 saat içinde hâkimin onayına sunulmasını şart koşan 1982 Anayasası'nın ilgili maddesi, dernekleri, daha büyük bir teminat altına almaktadır. (1)
Bütün eksikliklerine rağmen, farklı partilerin bir değişiklik metninde mutabakata varmaları önemli.
Yalnız, bizim işaret ettiğimiz tehlikeler göz ardı edilmemeli. Bir yandan özgürleştirici adımlar atılırken, bir yandan da demokratikleşme paketinin ruhuyla çelişen düzenlemelere başvurulmamalı.
Meselâ, Anayasa'nın 28'inci maddesinden, "Kanunla yasaklanmış dilde yayın yapılamaz" hükmünün çıkarılması, belki, yukarıda işaret ettiğimiz konular kadar öncelik taşımıyor. Çünkü, zaten 12 Nisan 1991 tarihinde, Türkçe'den Başka Dille Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun'un bazı dillere yasak koyan maddesi değiştirilmişti. O günden beri, Kürt dilinde gazete neşretme yasak değil.
Ayrıca kanunla tekrar yasaklanmadıkça, Anayasa'da böyle sınırlayıcı bir hüküm olması, Türkiye'de Türkçe dışında başka dillerle yayın yapılmasına engel teşkil etmiyor. Elbette, Anayasa'dan "kanunla yasaklanmış bir dilde yayın yapılamaz" ibaresi çıkartılırsa, daha büyük bir güvence sağlanmış olacak; kanunla dahi, dil yasağı konulamayacak.
Bununla beraber, şahsen, düşünceyi ifade ve basın hürriyetinin tehlikeli bir biçimde sınırlandırılmasını, çok daha fazla önemsiyorum.
Düşündüğünü savunamayıp, yazamadıktan sonra, kullandığınız dilin ne ehemmiyeti var?
Bu yazı yazılırken, Doç. Dr. Kemal Gözler'in "1982 Anayasası için Bir Savunma" (Ekin Kitabevi yayınlarından) adlı kitabından istifade edilmiştir.