Bir zamanlar taşra

00:005/09/2012, Çarşamba
G: 6/09/2019, Cuma
Mustafa Kutlu

Çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın taşrası nasıldı? Onu aşağıdaki satırlarla dile getirmeye çalışacağım.Küçük ve sıcak.Yoksul ve samimi.İçedönük ve derin.Herkes birbirini tanır, birbirini sever, dert dinler, naz çeker, küser, barışır, kavga eder, çekiştirir, eğlenir, üzülür, ibadet eder; doğumda, cenazede, düğünde, bayramda bir araya gelir.Büyük bir aile gibi yaşar.Burada sanki fert yok, sadece cemiyet vardır. Oysa bu dış görünüş bir aldanmadan ibarettir. Taşrada fert cemiyete tahakküm edemez;

Çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın taşrası nasıldı? Onu aşağıdaki satırlarla dile getirmeye çalışacağım.

Küçük ve sıcak.

Yoksul ve samimi.

İçedönük ve derin.

Herkes birbirini tanır, birbirini sever, dert dinler, naz çeker, küser, barışır, kavga eder, çekiştirir, eğlenir, üzülür, ibadet eder; doğumda, cenazede, düğünde, bayramda bir araya gelir.

Büyük bir aile gibi yaşar.

Burada sanki fert yok, sadece cemiyet vardır. Oysa bu dış görünüş bir aldanmadan ibarettir. Taşrada fert cemiyete tahakküm edemez; cemiyet de ferdi alabildiğine ezemez. Herkes ve her şey bir ilahî hudut, bir hiyerarşi, asırların oluşturduğu bir âhenk ve düzen içinde kendine bir yer bulur.

Medeniyetimizi oluşturan manevi dinamiklerin dışa dönük zâhiri bir zenginlik ve gösterişi değil; içedönük bir derinlik ve yüceliği hedef aldığını söyleyebiliriz.

Bu bir bakıma zâhire nispetle bâtını kıymetli kılar. İlkeler böyle belirlenince; medeniyet unsurları da bu ilkelerden neşet eden nispetlere, gelişmelere, biçimlere ulaşır.

Mesela evleri ele alalım.

Bu evler sokağa değil, avluya bakar. Sokağa dönük yüzünde, insan boyunu aşan duvarlarında pencere dahi yoktur. Çokluk taştan yapılır ve sağırdır. Sokağa bakan kafesli pencereler bu taş kısmın üzerinde yükselen ikinci katta bulunurlar.

Evet, ev bahçeye, yani içe açılır.

Burası mahrem bir alandır.

Çiçek, meyve, sebze, havuzda su ile bir bakıma tabiatın devamıdır. Güzel ve ferahtır. Saydığımız unsurlarla tezyin edilmiştir.

Evin dış görünüşü sade ve vakurdur. Tezyinat evin içindedir. Oymalar, ahşap bezemeler, göbekli geçmeli tavan süsleri, yüklük ve çiçeklikler hep bu iç güzelliği hedef alır.

Bu incelik ve âhenk büyük-küçük, baba-oğul, ana-kız, konu-komşu, usta-çırak, şeyh-mürit, hoca-talebe münasebetlerine de damgasını vurmuştur. Çırak bir gün usta, oğul bir gün baba olacağından yetişmesine itina gösterilir. Ağalık, beylik, hocalık, şeyhlik dahi bir hududa kadardır. Haddi aşmak hiçbir şekilde hoş görülmez.

Haram, helal, mekruh, müfsit, mubah, farz, sünnet, müstahsen, mendup, edep, hizmet, hürmet, merhamet, şefkât, sabır, şükür, bid''at, örf, âdet, gelenek-görenek-mizaç sayılmayacak kadar kıymet hükmü belli bir denge içinde fert ve cemiyeti çekip çevirir. Öyle ki, helaya girme âdabından, sofraya oturma âdabına kadar.

Bu ahlâk, düzen ve hiyerarşiyi değiştirecek, zedeleyecek her davranış, düşünce, tutum; hastalık ve bozulma alameti sayılır; zamaneden şikâyet edilir, durumun düzelmesi için kanun-ı kadime dönmek salık verilirmiş.

Elbette ki bir değişim yaşanmakta ve taşranın yekpâre zamanı kenarından köşesinden delinmektedir amma, bu o kadar yavaş seyreder ki, değişim hissedilmez bile.

Evler, bahçeler, ustalar, çıraklar, günler, geceler hep birbirine benzer. Sanki tornadan çıkmış gibidirler.

Birileri buna "taşra sıkıntısı" diyor.

İşte yine yanıldınız.

Bu tıpkı dört fâilâtün ile yazılan şiirleri hep aynı sanmak gibidir. Oysa o şiirlerin içine eğilip bakmak lazımdır. O zaman görülür ki, Fuzûlî ile Bâkî; Hayâlî ile Zâtî farklı insanlardır ve farklı şiirler söylemişlerdir.

Her şair gibi her usta, her ev, her mescit, her hoca, her ağaç, her duvar ayrı birer şahsiyettir.

Taşranın âhengi bir yeraltı nehri gibidir. Üstündekileri besler, büyütür ama gücünün sırrını açığa vurmaz. O sebeple zâhire değil, bâtına bakmak lazımdır.

Bu da elbette özel bir terbiye ister.

Ruh terbiyesi.

Bütün bu söylediklerimiz yıllar öncesinde kalmıştır. O günlerden bugünlere köprülerin altından çok sular akmış, çok şey değişmiştir. O âhenk ve hiyerarşi, o düzen değişmiş, pörsümüş, bozulmuş, binbir yerinden yaralanmış âdeta delik-deşik edilmiştir. Artık "taşra" diye bir şey kalmamıştır. Orası da merkezi taklit edeceğim diye bol makyajlı yaşlı bir kadına dönmüştür.

Bütün bunlara rağmen taşra için hâlâ ümitvar olabiliriz. Çünkü ülkede yüzde elli aile hâlâ yer sofrasında yemek yiyor. (TÜİK verilerinden alındı).