Köy boşalmış. Bir dağ köyü. Kırk elli hane var galiba. Boşalan evlerin bir kısmı çökmüş. İnsan buraya neden yerleşir ki? Ne bağ var, ne bahçe. En düz tarla otuz derece, avuç içi kadar. Buğdayı iri ve lezzetli olur ama bire beş verir. Susuz. Burası galiba bir mezra imiş. Sırtını verdiği tepenin ardında bir mera var. Orada hayvan besliyorlarmış. Civar köyler de meraya ortak çıkınca kavga-dövüş, bıkmışlar anlaşılan. Zaten kışın gurbette yazın köyde kalmışlar. Zamanla gurbete hepten yerleşip köyü unutmuşlar.
Köy boşalmış. Bir dağ köyü. Kırk elli hane var galiba. Boşalan evlerin bir kısmı çökmüş. İnsan buraya neden yerleşir ki? Ne bağ var, ne bahçe. En düz tarla otuz derece, avuç içi kadar. Buğdayı iri ve lezzetli olur ama bire beş verir. Susuz.
Burası galiba bir mezra imiş. Sırtını verdiği tepenin ardında bir mera var. Orada hayvan besliyorlarmış. Civar köyler de meraya ortak çıkınca kavga-dövüş, bıkmışlar anlaşılan. Zaten kışın gurbette yazın köyde kalmışlar. Zamanla gurbete hepten yerleşip köyü unutmuşlar.
Bazı emekliler yazları gelip bir iki ay kalıyor, hatıralar tazeleniyor. Onların çocukları gelmez, gelseler de üç günden fazla durmaz.
Köyde kalan dört aile.
Aile demeyelim de dört kişi.
Biri Bayram Efendi. İnatçı. “Köyde ölüp, köye gömüleceğim” diye tutturmuş. Oğlu kızı “Etme baba, hastalık var sağlık var, seni şehre götürelim” diye ne kadar ısrar ettilerse gitmedi. Eski evin eski eyvanında oturup aşağı dere köylerini seyre durdu.
Bastona dayanarak zar-zor yürüyordu. Yaş kaç? Sekseni geçti doksana dayandı. Gözler de pek görmüyor, işte gözlükle falan.
Oğlu, kızı yazın gelip bu inatçı keçinin kışlık erzakını tamamlıyor, kilerini, ocağını temizliyor. Sonrası Allah’a emanet. Kış bastırıp karlar durmaksızın yağınca evden çıkmak bir dert. Camiye kadar olan yolu yürümek Bayram Efendi’nin harcı değil. Neyse ki Ümmü Hala var. O da yalnız bir ihtiyar ama köydeki dört kişinin en dirisi. Bayram Efendi’nin evinden camiye kadar olan yolu kar küreği ile açıyor. Bir de ineği var, süt yoğurt çok şükür eksik olmuyor. Ümmü Hala da inatçılardan. O da “köyden çıkmam” dedi. Kaldı.
Öteki iki kişi Reşit Efendi ile eşi Hatun yenge. Çocukları olmamış. Reşit Efendi merdivenden düşüp kalçayı kırınca sakat kaldı. Ancak tuvalete gidebiliyor, ona da artık güçten iyice düşmüş, ama hâlâ kocasına ve ahırdaki ineğe bakabilen karısı destek oluyor. Köy kadınları daha dayanıklı. Küçük yaşta işe alıştıkları için olmalı.
Sevgili okur, anladığınız gibi küçük köy camisinin cemaati yok. Ama Bayram Efendi öğle, ikindi ve akşam namazlarını camide tek başına kılmaya devam ediyor. Titrek sesi camiden çıkıp meşelere, tepelere, kurda kuşa erişiyor. Ezanı caminin içinde okuyor, hoparlör olmadığı için sesin nereye kadar ulaştığı bilinmiyor. Aslında bunun bir önemi yok. Bayram Efendi camiyi ezansız bırakmıyor, hepsi bu.
Yazın gelenler caminin odununu da hazırlayıp öyle gidiyorlar. Ortada koca bir odun sobası, çıra var, kâğıt var, kibrit, çakmak tekmil hazır. Ümmü Hala öğleüstü gelip sobayı dolduruyor, yakması Bayram Efendi’ye ait, kendisi yakacak illa.
Öğle namazını kıldıktan sonra Ümmü Hala ona çorba, bazlama falan getiriyor. O da sıcak sobanın başında yemeğini yedikten sonra bir iki koyun postunu yan yana getirdiği sergiye uzanıp kestiriyor. Caminin kapısı kilitli değil, hırsız gelse çalacak bir şey yok. Bayram Efendi kapıyı çekip Reşitlerin eve gidiyor. İki eski yoldaş eski günlerden bahsedip vakti geçiriyor, Hatun yengenin çaylarını içiyorlar.
Günler böyle geçiyor. Bu dağ başındaki dört haneye bu kış günü kim gelir. Zaten yollar kapalı. Bahara anca açılır.
Ümmü Hala’nın evi önündeki küçük bahçede bir iri kayısı ağacı var. Kim dikmiş bilinmiyor. Dağ havası, göze suyu mübareği beslemiş. Bir de lezzetli meyvesi var ki. Ümmü Hala kayısıyı çarşaf serip kurutur, hoşaflık ayırır, hem komşulara, hem şehirdeki çocuklara gönderir. Kışın ayran aşı, bulgur pilavı dışında bu dört kişinin içtiği en nefis şey kayısı hoşafıdır.
Ümmü Hala o küçük bahçede biber, domates, soğan, patates, maydanoz, nane yetiştirir. Dağ başının cennet köşesidir orası.
O gün Bayram Efendi titrek sesi ile ezanı okudu, namazı kıldı. Bir ara “Ümmü nerde kaldı” diye düşündü. Üzerinde bir yorgunluk var. “Şöyle posta uzanıp beklesem iyi” dedi. Uzandı. O öyle yatadursun Ümmü Hala elinde bir tas çorba, ekmek ve soğanla girdi camiye. Baktı Bayram Efendi posta uzanmış, sobanın tatlı sıcaklığında uyuyor. Uyandırmaya kıyamadı. Getirdiklerini usulca sobanın yanına bıraktı “Uyanınca yer” dedi, çıktı.
Bayram Efendi uykudan uyanmadı, çorba soğudu.
O günden sonra camiden ezan sesi gelmedi.
Sade uğuldayan rüzgârın, dağlarda uluyan kurtların sesi.