Köklü dönüşüm

04:0022/02/2023, Çarşamba
G: 22/02/2023, Çarşamba
Mustafa Kutlu

Babaannemin kişisel tarihindeseferberlikten önce-seferberlikten sonraayrımı birinci derecede belirleyici bir unsur idi. O kendine, aileye, ülkeye ait meselelere bu ayrımın adesesinden bakar, ona göre önem atfeder, bir değerlendirme yapardı.Seferberlikten önceki dünya ile, seferberlikten sonraki dünya arasında (kendisi açısından) gerçekten çok fark bulunuyordu. Bu hadise o neslin zihninde onarılmaz bir kırılma oluşturmuştu demek.Annem ise 1939 Erzincan Depremi’nin enkazı altından çıktı.Onun nirengi

Babaannemin kişisel tarihinde
seferberlikten önce-seferberlikten sonra
ayrımı birinci derecede belirleyici bir unsur idi. O kendine, aileye, ülkeye ait meselelere bu ayrımın adesesinden bakar, ona göre önem atfeder, bir değerlendirme yapardı.

Seferberlikten önceki dünya ile, seferberlikten sonraki dünya arasında (kendisi açısından) gerçekten çok fark bulunuyordu. Bu hadise o neslin zihninde onarılmaz bir kırılma oluşturmuştu demek.

Annem ise 1939 Erzincan Depremi’nin enkazı altından çıktı.

Onun nirengi noktası
zelzeleden önce-zelzeleden sonra
şeklindedir (Eskiler zelzele kelimesini kullanırdı).
Depremi yaşamaktan murat onu sadece şu veya bu şiddette hissetmek değildir. Deprem eğer ölüm ve yıkım getirmemiş ise, gerçekten yaşanmış sayılmaz. Dolayısıyla
“Depremden önce-Depremden sonra”
ayrımı, ateş düştüğü yeri yakar misali öncelikle onu derinden yaşayanları kapsıyor.

Onların elinden ve dilinden gelmeyecek olan şudur: “Deprem oldu ama, hayat sürüyor.” Bu sözler depremin içinden geçenler için rahatça söylenemez. Çünkü onlar hemen cevap verirler: Hangi hayat? Depremden önceki mi, depremden sonraki mi?

Dolayısıyla
“hayat devam ediyor” sözü son derece mânasızdır.

Depremin içinden geçmeyenler televizyonlarına, dizilerine dönebilir. Gazeteler yine hafta sonu eklerini verebilir. Bazıları ülkedeki “Gündem değişiklikleri”ne kendi açılarından dikkat çekebilir.

Felaketin büyüklüğü ülke yönetimini, kurum ve kuruluşları etkilemiştir. Elbette ki, deprem dahil pek çok olay ülke yönetimini, kurum ve kuruluşları şu veya bu biçimde etkiler.

Bu etki acaba köklü dönüşümlerine yol açacak mı?

“Köklü dönüşüm”
ne olabilir?
Bence şu:
Şehirleri boşaltalım.
Slogan bu olmalı:
Şehirleri boşaltalım.
Ama nasıl?

Bu sloganın peşinden gidilir mi?

Yüksek binalarla dolu, tıkış tıkış nefes alınmaz hâle gelinmiş kentlerimiz Anadolu toprağının belki sadece %3’ünü teşkil ediyor.

Ben diyorum ki, köklü dönüşüm sanayiden tarıma dönmek olmalı.

Betonarme ve yüksek binalar yerine az katlı hatta tek katlı prefabrik evlerle kısa zamanda yeni yerleşim bölgeleri kurulabilir.

Erzincan’ın prefabrik evleri 70 yıldır kullanılıyor, kaç deprem geçti, hiçbiri yıkılmadı.

Tarım ile, tarıma dayalı sanayinin çevresinde bir yeni hayat.

Rahmetli Turgut Cansever “Galaksi Şehirler” projesi ile 25 bin nüfuslu bu şehir projesini yapmış, fizibilitesini çıkarmış, evlerin resmini dahi çizmişti. Bu planlar evlatlarında olmalıdır.

Elbette ki sanayi büsbütün terkedilmeyecek
. Deprem bölgesindeki çelik fabrikaları dimdik ayaktadır. Benzeri yapılar öteki sanayi tesisleri için de geçerlidir.

Böylece kalabalık bina ve nüfus mukadder bir depremin (mesela İstanbul) stresi altında beklemekten kurtulur.

Dünya Bankası’nın belirttiği hesaba göre
Türkiye’de “kentsel dönüşüm”ün maliyeti 465 milyar dolardır.
Bu paranın bir kısmı ile şehirleri boşaltabiliriz. Bu süreçte hem devlet, hem millet ayağını yorganına göre uzatacak. Böyle bir göç elbette kolay değildir. Zaman ister. Ancak “köklü dönüşüm” denilen şey
bir “deprem ülkesi” olan Türkiye için
başka türlü gerçekleşemez. İnsanlar
“kentsel dönüşüm”ün tamamlanmasını beklerken deprem aniden gelebilir.
Ülkemizin böylesi bir depreme tahammülü yoktur.

Duamız Cenab-ı Hakk’ın insanımıza bir daha böyle bir felaket yaşatmamasıdır. Depremde ölenlere rahmet, yaralılara şifa, yakınlarına sabır diliyorum.

#Deprem
#Şehir
#Mustafa Kutlu