Ortaokulda okuyan torunlarımın yazısı berbat. (Artık ortaokul yok, anlaşılsın diye yazdım). Annesine, babasına söyledim, nedir bu dedim; cevaben okullarda artık pek yazı yazılmadığını, yazının güzeline çirkinine bakılmadığını, esas işlemlerin dijitalde gerçekleştiğini; çocukların eğitiminin merkezinde “test çözmek” olduğunu söylediler. Ne yani, dedim “güzel yazı” dersi de mi yok? Ohoo baba, o senin zamanındaymış, dediler. Vay be! Hakkında sûre inmiş olan “ kalem ”, devrini tamamlamış haberimiz yok.
Vay be!
Herhalde zaman sonra öğretmen akıllı tahtaya yazacak, yazı ânında öğrencinin tabletine aksedecek. Defter-kalem, gitti gider.
Oysa biz, ilk mektepte hokka (içinde mürekkep olan, sallansa da dökülmeyen bir kutu) ve kalemle (ucu çelik, sapı uzun bir kalem) ne günler geçirmiştik.
“Harita Metod Defteri” denilen A4 kâğıdı ebatlarında kareli veya yazı için özel çizgili defterlerimiz vardı.
İlk mektep üçüncü sınıftan itibaren bu defterlere önce alfabenin tamamı, hem büyük harf hem küçük harf yazılırdı. Daha sonra öğretmenin verdiği bir cümle aralıklı harflerle (ki daha sonraları bunları birleştirip, el yazısı dediğimiz asıl yazıya geçiliyordu) defalarca yazılarak tekrar edilirdi. Sayfalarda en küçük mürekkep lekesi olmasın denirdi.
El yazısına geçtikten sonra bu defterlere ünlü şairlerimizin ünlü şiirleri kaydedilir, bu şiirler ezberlenirdi.
(Resme istidadım olduğu için çok güzel yazı yazardım. Şimdi elimde Parkinson var, yazım bozuk, ne yazık.)
Ben öğretmenliğimde (Bundan elli sene önce altı yıl lise edebiyat hocalığı yaptım) bu “şiir defteri” geleneğini devam ettirmiştim. Önce beğendiğim bazı şiirleri tavsiye ediyor, sonra öğrenciyi kendi zevkine bırakıyor, şiirle alâkasını ölçüyordum. Şiirle alâkası olmayan edebiyat dersinin çek kuyruğunu.
Yazı, icadından bu yana insan hayatında çok önemli bir yer tuttuğu için, onun taşa, mermere, tuğlaya, kil tabletlere ve nihayet “kâğıda” geçirilmesi de bir o kadar mühim olmuş, bu sebeple yazılan metin kadar onu yazmak da sanat seviyesine ulaşmıştır.
Güzel yazı, hat sanatı, kaligrafi uzun bir konudur.
Mecit Bey esasen şair, ancak çıkardığı “365” adlı günlük gazete (bu adı yanlış yazmış olabilirim ama her halükârda rakam idi) ile gündem oluşturuyor, edebiyatın ve basının meseleleri üzerinde duruyor.
Yazılarımı deftere veya kâğıda yazıyorum. Bilgisayara elimi sürmedim, cep telefonum yok, sosyal medyadan haberim yok. Bunları marifet imiş gibi yazmıyorum. Teknoloji ve onun eseri olan dünyanın berisindeyim.
Bu iyi mi acaba?
Geçelim. Sözü şuraya getireceğim: Bana söylenenlere göre şair ve yazarlar ürünlerini artık sosyal medyada yayımlıyorlarmış, etkisi ânında meydana çıkıyormuş.
Bu uygulama içinde bulunduğumuz “haz ve hız” çağına çok uygun. “Özgürlük, hemen şimdi”.