Yıllar önce
ile
’ın oynadığı bir reklam filmi vardı, hatırlarsınız. Ajda parkta sabah koşusunu yaparken Cem’e rastlar, Cem gülerek ona “
Ajda Hanım bugün biraz gerginsiniz galiba
” der. Bu kinayeli esprinin ne mânâya geldiğini anlamışsınızdır.
Şaka bir yana, fert olarak ve toplum olarak gergin olduğumuz; insanların hiç yoktan birbirine daldığı, birbirini incittiği bir atmosferde yaşadığımız söyleniyor.
Doğrudur; bir ülkede her on yılda bir darbe olursa; hakim sermaye-hakim bürokrasi-hakim kültür “öteki”ni sürekli horlayıp, baskı altında tutarsa o toplumda, barıştan hoşgörüden bahsetmek tutarlı olur mu?
Hele terör, devletin kılcal damarlarına kadar girip, dış güçlerin güdümü ile kendi insanını kurşunlayıp, tanklar altında ezecek kadar gözü dönmüş olursa.
Şükredelim ki, bu ülkede sokakta çarptığı çocuğu orada bırakıp arabasını sürüp kaçan şerefsizler olduğu kadar; çocuğu alıp derhal hastaneye koşan hamiyet sahipleri de var. Bombalara, tanklara göğsünü siper edip darbecileri püskürten bir halkımız var.
Ülkemiz bir uçurumun kenarından dönmüştür. Taşların yerine oturması zaman alacak.
Yine de modern hayatın her yanımıza bulaştırdığı “stres” ile, sebepleri konuşulmalı.
Bakınız neredeyse otuz kırk yıldır yine dışarıdan pompalanan bir kalkışma ile asker ve polisimiz savaşıyor; hemen her gün albayrağa sarılı şehit cenazeleri geliyor. Sağda solda patlatılan bombalar insanımızı huzursuz ve tedirgin ediyor.
Ülkemiz kendi ayakları üzerinde durmaya, bağımsız olarak kendi kararlarını vermeye kalkıştığında, Ortadoğu’da bir yıldız gibi parladığında, istikrarı ve gelişmeyi yakaladığında bunu bozmaya çalışanlar eksik olmuyor, olmayacak.
Hakim zihniyet-hakim sermaye-hakim kültür uzun yıllar sürdürdüğü hakimiyeti, mevzileri kaybetmeye başladığında; medyası, muhalefeti, dış destekleri ile her fırsatta feryadı basarak felaket tellallığına soyunuyor; Meclis’te dahi tekmeli-yumruklu arbedeler yaşanıyor.
Bu görüntünün yanında işportacı ile zabıta, minibüsçü ile trafik polisi, uyuşturucu baronları ile narkotik polisi, haraç çeteleri, kaçakçılar, rüşvetçiler arasında her geçen gün bir hadise çıkması kaçınılmazdır.
Vatandaş kavga edenleri ayırmaya çalışmaktan kaçınıyor; çünkü bu yolda can veren çok oluyor. Doktor, öğretmen, vergi memuru, tahsildar, hâkim-savcı, hasılı devlet memurları görevlerini yaparken hücuma uğruyor, darp ediliyor, hatta makamında öldürülüyor.
Siyaset kurumu gerginlik üzerine kurulup, medya ile birleşerek incir çekirdeğini doldurmayan meseleler üzerine günlerce tartışıyor; tarafların temsilcileri televizyonda kavga ediyorlar. Bu televizyon kavgaları; gıda, şehircilik, hukuk, eğitim, kültür-sanat ve hemen her alana yayılıyor.
Bu ülkede taş-taş üstüne koymayı becerememiş olanlar atılan her müspet adımı karalamak için yarışıyor.
Son çıkan ve önceki iletişim unsurlarının hepsini geride bırakarak toplum ve ferdin tüm hayatını ele geçiren
bir tehdit, algı operasyonu, iftira ve linç aracına dönüşmüş durumda.
Elinde cep telefonu taşıyan herkes bu tehlikeye maruzdur, çirkef en beklemediği zamanda onun da üzerine sıçrayabilir.
İşin en acıklı tarafı “Sosyal Medya”nın açtığı yara tedavi edilemez. Atılan çamurun izi kalır.
Büyük şehirlere “göç”ün önü alınamamıştır. Halli gereken pek çok meselenin temelinde bu yatmaktadır. Mesela “trafik”. Bana göre bu göç devam ettikçe ne köprüler ne tüneller trafiği selamete çıkaramaz.
Tarımı ihmal edilmiş bir ülkenin sanayisi olamaz. Olsa olsa ancak “montaj sanayi” olur. Bir ülkenin sosyal barışı, nüfus hareketleri tarıma bağlıdır. Devlet bunu yeni fark etti ve “
” hamlesini başlattı.
Geç kaldığını şundan anlıyoruz. Türk-İş rakamlarına göre dört kişilik bir ailenin “
” 4.700 TL olmuş. Sendika bu rakamı şişirmiş olabilir ama yine de gelir farkı çok âşikâr.
Gerilim var mı? Evet var. Ama bu bizi ürkütmüyor. Korku ile umut arasında dimdik ayaktayız. Sıkıntı yok.