Dilşâd olacak diye

04:0017/11/2021, Çarşamba
G: 17/11/2021, Çarşamba
Mustafa Kutlu

(Yeni Şafak’tailk çıktığı günden beri yazıyorum. Derbeder bir yazı hayatım var. Yazılarımda ne tarih var ne de bende ikinci bir nüsha. SağolsunErsin Çelikricam üzerine bana bu yazıları gönderiyor. Aralarındaher dem tazeolanları var. Bu sebeple bazı yazıları yeniden yayımlıyorum. Misal aşağıdaki yazı20.12.2006’da yayımlanmış. Ülkemizde bilhassa aydınlar arasındaki farklı düşüncelerin Tanzimat’tan beri süre gelen yapısını samimi olarak dile getiren biritirafname).Orhan Pamuk’un “Nobel Konuşması” bilhassa


(
Y
eni Şafak’ta
ilk çıktığı günden beri yazıyorum. Derbeder bir yazı hayatım var. Yazılarımda ne tarih var ne de bende ikinci bir nüsha. Sağolsun
Ersin Çelik
ricam üzerine bana bu yazıları gönderiyor. Aralarında
her dem taze
olanları var. Bu sebeple bazı yazıları yeniden yayımlıyorum. Misal aşağıdaki yazı
20.12.2006’
da yayımlanmış. Ülkemizde bilhassa aydınlar arasındaki farklı düşüncelerin Tanzimat’tan beri süre gelen yapısını samimi olarak dile getiren bir
itirafname
).
Orhan Pamuk’un “Nobel Konuşması” bilhassa alafranga aydınların bir ömür muhasebesi, bir kimlik sorgusu yapmalarına vesile oldu.
Doğrusu etkili ve duygulu bir konuşma idi.
Pamuk’un babasıyla ilgisi çizgisine oturtmuş olduğu konuşmanın nirengi noktaları
Mahfi Eğilmez
’i de aynı çerçevede bir itirafa götürmüş (10 Aralık 2006. Radikal. “Doğu ve Batı” başlıklı yazı).

Orhan Pamuk’un babasının bavulu gibi Eğilmez’in de babasının müthiş bir kütüphanesi varmış. Çoğu İngiltere’de iken toplanmış edebiyattan felsefeye, ekonomiden sosyolojiye hatta matematiğe kadar sayısız kitap. Eğilmez bu kitaplar arasında büyümüş olmalı.

Şöyle diyor Mahfi Bey:
“Dostoyevski’deki gibi Batı’ya karşı bir yandan aşk bir yandan da nefret duyguları beslediğini söyledi uzun konuşmasında Orhan Pamuk. Ve bizim gibi büyük kentlerde Batı kültürüyle büyümüş insanların durumunu özetledi. Büyük kentlerde büyürken bizler Doğulu bir toplumun içinde Batılı bir eğitim aldık. Ailemiz bizi Batılı gibi yetiştirdi. Sanki Doğulu bir toplumda geçici görevle bulunuyormuşuz da gün gelip Batılı bir topluma gidecekmiş ya da bulunduğumuz toplum Batılı olacakmış gibi. Okullarda da öyle eğitildik.
Doğu edebiyatını değil Batı edebiyatını
öğrendik.
Doğu tarihine Batı’ya göre çok daha az çalıştık. Batı felsefesi, Batı ekonomisi, Batı sosyolojisiyle donatıldık. Kendi topraklarımızın Osmanlı’dan, bilemediniz Selçuklu’dan önceki tarihini Fransa tarihi kadar öğrenmedik. Ama Doğulu toplumda yaşamamız bitmedi. Ya da içinde yaşadığımız toplum görünürde Batılı gibi yapsa da özünde Doğulu olmaktan çıkamadı. Tersini bekleyen bizler hayal kırıklığına uğradık.

Refahın artıyor olması, Batılı gibi tüketim yapabilmemiz, dünyayı gezip görmemiz Batılı olmamıza yetmedi. Özünde hep Doğulu kaldık biz”.

Bu Doğu-Batı meselesi, ömründe sömürge olmayan, hayat tarzını İslâm’ın belirlediği Müslüman-Türk’ün karşılaştığı en temel ve dramatik çelişkidir.

Bu sebeple Peyami Safa’dan Tanpınar’a Oğuz Atay’dan Kemal Tahir’e pek çok yazarımız tarafından işlenmiştir.

AB kapısına dayandığımız şu günlerde iç ve dış politikada, kültürde, yaşam biçiminde yine aynı çekişme ve çelişkilerle boğuşuyoruz.

Yeniden Mahfi Bey’e dönelim:

“Dostoyevski’den söz ederek yaptığı benzetmeyi, yani Batı’ya karşı aşk ve nefreti hepimiz yaşadık. Yetiştirilme tarzımız Batılı olduğu için Batı’yı sevdik, ama onun gibi olamadığımız için de ondan nefret ettik. Bu duygu başka uluslarda da olabilir ama sanırım en çok Türklerde var.

Babam da İstanbul’da yetiştiği için Batılı eğitim almıştı. İstanbul Hukuk’un yanısıra Paris Siyasal Bilgiler Okulu’nu bitirmişti. İngilizce ve Fransızca bilirdi. İngilizcesi Edgar Allen Poe’den Fransızcası Charles Baudelaire’den şiir çevirecek kadar iyiydi. Klasik Batı Müziği dışında müzik sevmez, Batı edebiyatını okur, felsefeyle ilgilenirdi. Bütün yaşamı Batılı gibi yetişip Doğulu gibi yaşamaya alışamamakla geçti. Buna karşın bizi de Batılı gibi yetiştirmeye devam etti. İleriki yaşlarında akşamları rakısını içerken Türk Sanat Müziği dinlemeye başlamıştı. Sonunda Batılı yetişip Doğulu gibi yaşamaya alışamamaktan yorulmuş, rakıyla ancak Türk müziği dinlenebileceği gerçeğini kabullenmişti”.

Alafranga aydınlar keşke redd-i miras etmeyip kendi kimliklerini muhafaza ederek Batı’dan alacaklarını bu kimlik içinde eritebilselerdi.
Ama artık çok geç. Çünkü alternatif sayılacak bir “alaturka dünya” yok oldu. Yerine kimseyi memnun etmeyen gevşek karakterli Müslüman-Türk-Frenk sentezi oturdu. İş yüz kat daha zorlaştı. Acı gerçek budur, itiraf faydalıdır.
(Yayın tarihi: 20.12.2006)
#Ersin Çelik
#Mahfi Eğilmez
#Orhan Pamuk