“Büyülü fener”in ışığı

04:008/01/2025, Wednesday
G: 8/01/2025, Wednesday
Mustafa Kutlu

Ülkemizde 2024 yılı itibarıyla 209 üniversite bulunmaktadır. Bunların 131 tanesi devletin, 78 tanesi vakıf üniversitesidir. Bu üniversitelerde 63 Sinema Televizyon Bölümü vardır. 40 tanesi devletin, 23 tanesi vakıf üniversiteleri-nindir. İletişim fakültelerinde öğretim üyesi olan arkadaşlara sordum, bu bölümlerden yılda tahmini kaç öğrenci mezun olmaktadır? Verilen rakamlar altı bin ila dokuz bin civarında. Hadi bunun ortasını bulalım yedi bin olsun. Bu kadar genç sinemacı eleman nerede, nasıl iş

Ülkemizde 2024 yılı itibarıyla 209 üniversite bulunmaktadır.

Bunların 131 tanesi devletin, 78 tanesi vakıf üniversitesidir.

Bu üniversitelerde 63
Sinema Televizyon Bölümü
vardır. 40 tanesi devletin, 23 tanesi vakıf üniversiteleri-nindir. İletişim fakültelerinde öğretim üyesi olan arkadaşlara sordum, bu bölümlerden yılda tahmini kaç öğrenci mezun olmaktadır?

Verilen rakamlar altı bin ila dokuz bin civarında. Hadi bunun ortasını bulalım yedi bin olsun.

Bu kadar genç sinemacı eleman nerede, nasıl iş bulacak?

Hocaların dediğine göre çevresi olanlar bundan istifade ile daha öğrenci iken ajanslarda, sosyal medyada, setlerde çalışmaya başlıyormuş.

Acaba bunlar kaç kişidir ki?

Efendim bilindiği gibi ülkemizde devlet Cumhuriyet’ten sonra, bilhassa tiyatroya önem vermiş; pek çok şehrimizde Devlet Tiyatroları kurulmuştur. Mûsiki sahası da böyledir. Devletin çok sayıda orkestrası, korosu, operası, balesi vardır. Buna Şehir Tiyatrolarını da ilave edelim.
Gariptir ki sinemaya hiç yatırım yapılmamıştır.
“Yeşilçam Sineması”
halkın ucuz eğlencesi olarak doğdu ve fevkalade bir yaygınlık gösterdi. Halkın parası ile finanse edildi. Halit Refiğ’in adlandırması ile
“Halk Sineması”
oldu. (Bk. Ulusal Sinema Kavgası. Hareket Yayınları, 1971). Geçen zaman içinde bu yapı sona erdi. Sinemamız büyük bir krize girdi.
Salonları, yapımcıları, yönetmen ve oyuncuları, sektörün diğer çalışanları ile sinema dünyası televizyonun hayatımıza girmesiyle ilk darbeyi aldı. Salonların çoğu kapandı. Pandemi ikinci ve kesin neticeyi tayin etti. Salonlar AVM’lere sığındı; yapımcılar TRT ve özel TV kanallarına yapacakları dizilere tutundular. Ardından can simidi gibi dijital yayıncılık devreye girdi. Burada “
Diziler
”e geniş bir parantez açmak lazım. Bilindiği gibi
Türk dizileri dünyada 170 ülkeye satılıyor.
Dizi ihracında ABD’den sonra ikinci sıradayız. Bu performans dikkate alınmalıdır. Yapımcılar sektörü ele alan ve CNN’de gösterilen “vizör” programında, işlerini ve isteklerini dile getirdiler. Ancak dizilerde genel ahlâka, aileye, değerlerimize aykırı sahneler bulunmakta, bu sebeple ceza verilmektedir.
Devlet bu konuda bir “Çalıştay” yapmalıdır.
(Diziler için ayrı bir yazı gerekiyor).
Artık bir uzun metraj filim yapmak büyük bütçe istiyor.
Yine de sinema bütün albenisi, göz önünde olması, televizyondan fışkıran büyülü ışıltısı ile gençlerde heves uyandırmaya devam ediyor.
“Büyülü fener”
in ışığına kapılanlar sinema tahsili yapıyor ve bu yolda bir istikbal arıyorlar.
Ortada tuhaf bir tablo var. Sinema ağır ağır ölürken (
Ülkemizde sinemaya gitmeyenlerin oranı %85 imiş.
Geniş bilgi için bk. Abdülhamid Güler, “Sinemada İzleyici Sorunu Yok mu?” başlıklı yazı. 4 Ocak 2025, Yeni Şafak) sinema mekteplerinden mezun olan binlerce genç bu çorak ortamda iş arıyor.
Yarışmalar ve festivaller bir zemin oluşturuyor mu? Bütün bunlar genç sinemacılar için bir gelecek vadediyor mu?
Sayalım, bakalım. (Bir liste veriyorum ama mutlaka eksiği vardır).
Kısa filim festivalleri:
İzmit, Ordu, Bingöl, Sakarya, Siirt, Büyük Taarruz (Afyon), İzmir, İsfak, Yed-i Vilayet (Bursa), Bornova, Gemlik, İnönü Üniversitesi (Malatya), Sine-Kültür, Afsat, Kısadan Hisse, Sine-park, Dostluk, Esenler, Altın Çınar (Kayseri).
Uzun metraj festivalleri:
Antalya, Adana, Uşak, Niğde, Akbank, Suç ve Ceza (İstanbul Hukuk Fak.), Antakya, Sûfi-sinema (Konya), Korkut Ata (Türk Dünyası), Boğaziçi, İzmir, İstanbul, Malatya, Randevu (Tarih filmleri-Türsak), Gezici (Ankara), Balkan Panorama, Sessiz Sinema, Ayvalık.

Neredeyse kırka yakın festival var. Bilindiği gibi sinemanın vücut bulması için üç unsura ihtiyaç vardır. 1- Film, 2- Salon, 3- Seyirci.

Filmin oluşması için de öncelikle “para” gerekiyor.
Yönetmen Derviş Zaim, Türk sinemasının bugünkü görünümü için “İki oda, bir sofa” demiş.
Yani filim çekmek isteyenler “Kıt-Kanaat” bir bütçeye mahkûmdurlar. Bu sebeple yılda ancak az sayıda film yapılabiliyor.

Bu durumda Sinema-Televizyon mezunu gençler ne yapabilir? Diziler, dijital kanallar, reklam sektörü, festivaller, sosyal medya vb. Bu saydıklarımız yılda yedi bin kişiye iş temin edebilir mi? Edemez diyeceksiniz.

Doğru ama yine de gençler mevcut şartları zorlayarak idealleri uğruna kısa filmler çekiyorlar ki, bu kadar festival yapılabiliyor.

“Festival filmleri” çekebilen gençlerin sayısı ne kadar acaba?

Bir “tablo” çizmeye çalıştığım fark edilmiştir.

Delik büyük, yama küçük.
Ülkemizdeki İletişim Fakülteleri Sinema-Televizyon bölümlerine talebe alırken mezun olanların kaçta kaçının iş bulabildiğini araştırmalı.

Her yıl yedi bin kişi. Dile kolay.

Bu şartlarda bölümden mezun olanların durumu “
atanamayan öğretmenler
” gibi olacak: “
atanamayan sinemacılar
”. Ama onlar memur değil, nereye atanacak? Biliyoruz kardeşim, teşbih yaptık işte.
#Aktüel
#Toplum
#Mustafa Kutlu