Aşka benzer bir şey

04:0022/08/2018, Çarşamba
G: 22/08/2018, Çarşamba
Mustafa Kutlu

İkinci Dünya Savaşı yılları (1940). İngiltere Alman bombardımanı altında. Romancı Virginia Woolf 2 Şubat Cuma günü günlüğüne şunları yazmış:“....... Derken Londra kırpıla kırpıla daralıyor, kırışıyor. Garip şey, çoğu zaman kentin tam ortası aklıma geldiğinde, sanıyorum aşka benzer bir şey hissetmem: Kuleye giden yolu; benim İngilterem o. Demek istediğim, bir bomba o pirinç korniş perdeli, nehir kokulu, kitap okuyan yaşlı kadınlı küçük sokak aralarından birini ortadan kaldırsa, ne hissederim.Eh,

İkinci Dünya Savaşı yılları (1940). İngiltere Alman bombardımanı altında. Romancı Virginia Woolf 2 Şubat Cuma günü günlüğüne şunları yazmış:

“....... Derken Londra kırpıla kırpıla daralıyor, kırışıyor. Garip şey, çoğu zaman kentin tam ortası aklıma geldiğinde, sanıyorum aşka benzer bir şey hissetmem: Kuleye giden yolu; benim İngilterem o. Demek istediğim, bir bomba o pirinç korniş perdeli, nehir kokulu, kitap okuyan yaşlı kadınlı küçük sokak aralarından birini ortadan kaldırsa, ne hissederim.

Eh, bir yurtseverin hissettiklerini...”



Bodur minareli küçük mescidi, cumbalı ve iki katlı ahşap evleri, kitabeli küçük mermer çeşmeli, çeşme başında ıhlamurlu veya asırlık çınarlı, küçük bahçelerinden sokağa hanımelleri, sarmaşık güller, leylaklar taşıran; evliya duaları ile uykuya varan, sabah ezanları ile uyanan; kışın salep buğuları, baharda kiraz, yazları karpuz, sonbaharda ayva kokuları ile dolan, selamların alınıp-verildiği, hatır sorulduğu, fesleğenli, sardunyalı balkonlarda sarman kedilerle ninelerin torunlara masal anlattığı sokaklar ne oldu?

Onları bir bomba değilse, kim ortadan kaldırdı?

Bu fotoğraf zamanın elinde solarken, kalbimizde aşka benzer bir duygunun buruk acısı uyandı mı?

Benzer özellikleri ile yurdun her şehri, şehrin her köşesinde binlerce hatıra barındıran, hafızamızı dolduran, benliğimizi teşkil eden unsurlar birer birer yokolurken bir yurtseverin hissetiklerini hissedebiliyor muyuz?

Benim Erzurumum, benim Diyarbakırım, benim Urfam, benim Kastamonum, benim Edirnem, Tosyam, Arapkirim, Ödemişim diyebildik mi?

Kadirihâne, peşinden dört yüz yıllık Yenikapı Mevlevihanesi cayır cayır yandığında; vatandaş, yöneticiler, sorumlular, aydınlar nasıl bir tepki gösterdi?

Yoksa bizi bu topraklara bağlayan bağlar bir Nataşa bavulunun alabileceği malların dolar tutarı karşısında kolayca çözülüyor mu?

Biz şimdi neyin karşısında çözülüyor, neye direnebiliyoruz?

Tarihimizin, hafızamızdan, hatıralarımızdan kalbimize damlayarak, müceretten müşahhasa dönüşerek varlığına yaslandığımız, ayak basıp güç aldığımız bir zemin var mı?

Yok demek içimden gelmiyor. Var lakin boynu bükük duruyor. Unutulmuş, tozlanmış, kütüphane raflarında yıllardır kapağı açılmadan kalakalmış bir yazma kitap gibi. Var ama sahipsiz, müşterisiz. Var ama çürüyor, her geçen gün bir yaprağı, bir köşesi, bir harfi kayboluyor.

Ve bizler bu zemine başımızı eğmeden, sürekli yukarılara, neonlara, afişlere, imajlara doğru savruluyoruz. Oysa koca Yunus:

“Benim yüzüm yerde gerek

Bana rahmet yerden yağar.”

demekte. Rahmetli Bekir Sıdkı Sezgin aramızda onca yıl yaşadıktan sonra sessiz sedasız göçüp gitti. Meğerse Hollandalılar bütün repertuvarını banda almış. Şimdi hocayı Hollandalılardan öğreneceğiz. Bu ayıp bize yeter...

#İkinci Dünya Savaşı
#Diyarbakır
#Urfa