Akıntıya Karşı Vakit nakit midir? - 2

04:0030/12/2020, Çarşamba
G: 30/12/2020, Çarşamba
Mustafa Kutlu

Bir önceki yazımızda “zaman” denilen karvamın sanayi devrimi ile kâinatın-tabiatın âhenginden, ritminden Cenab-ı Hakk’ın tayin ettiği “Hududullah”tan koparılarak “Fabrika ayarı”na hapsedildiğini anlatmaya çalışmıştık.Böylece “zaman” uhrevî olmaktan çıkarak “dünyevî” hale dönüştü, alınıp-satılan bir “nesne” oldu. Elek- triğin icadı ile gece-gündüz farkı ortadan kalkarak gün 24 saate ulaştı.Tabiatın saatı gündüzü çalışmaya, geceyi uykuya-dinlenmeye tahsis etmiştir. Doğal olan budur. Tarım toplumunda

Bir önceki yazımızda “zaman” denilen karvamın sanayi devrimi ile kâinatın-tabiatın âhenginden, ritminden Cenab-ı Hakk’ın tayin ettiği “Hududullah”tan koparılarak “Fabrika ayarı”na hapsedildiğini anlatmaya çalışmıştık.

Böylece “zaman” uhrevî olmaktan çıkarak “dünyevî” hale dönüştü, alınıp-satılan bir “nesne” oldu. Elek- triğin icadı ile gece-gündüz farkı ortadan kalkarak gün 24 saate ulaştı.

Tabiatın saatı gündüzü çalışmaya, geceyi uykuya-dinlenmeye tahsis etmiştir. Doğal olan budur. Tarım toplumunda tabiatın işleyişi hayata nizam verir. Mevsimler, sıcak-soğuk, yağmur-kar, rüzgâr ve yaşanılan yerin coğrafyası-iklimi bu nizamın ilkelerini oluşturur. Ekim, bakım, hasat, gün dönümü, koç katımı vb. gibi eylemlerin icrası “Tabiat saatı”nın akrep ile yelkovanı demektir.

“Hududullah”ın çiğnenmesi-inkarı ile kurulan “Sanayi Toplumu”nun zaman algısı çalışmanın kutsanması ile kârın sonsuzluğuna; hasılı nefs-i emmarenin emrine tahsis edilmiştir. Gün bu gün, saat bu saattir. Makina-fabrika dur-durak, gece-gündüz demez, çalışır. İnsanoğlu artık makinanın esiri olmuştur. Sadece işçi değil patron da aynı tempoda çalışmak zorundadır. Böylece insanlık nefs-i emmarenin emrinde çılgın bir koşu tutturur.
Elbette ki bu sonsuz koşunun devamı için hem makinaya, hem insana yeniden ve daha verimli çalışması için ara-sıra “bakım” yapılır.
Bunun adına çalışma saatlerinin düzenlenmesi, “Fabrika ayarı”nın verimlilik kastı ile inceliğe kavuşturulması, teknolojinin gelişmesi ile çalışanlara “boş vakit” kazandırılması ve “tatil” kavramının kabulü denir.

“Çılgınca çalışma”nın sonunda tatile çıkılır ve tatilde “çılgınca eğlenme” kanun gibidir. Sanki o bitmek bilmeyen çalışma saatlerinden “intikam” alınmaktadır.

Tüketim Toplumu’nda “tatil” dahi paketler halinde sahibine satılan bir “zaman dilimi” olmuştur.
Tatilde ne yapılacağı çeşitli medya-iletişim-bilgilendirme-yol gösterme vasıtaları ile kalabalığa benimsetilir. Zaten belirli geliri olan bu kuru-kalabalık kesesine göre bir “tatil” satın alabilir.

Yine de deniz-güneş-kum ve yaz aşkları ile bronzlaşılmış, forma girilmiş, çekilen bir koli fotoğraf-video ile tatil “ölümsüz” kılınmıştır ki; eşe-dosta gösterilerek “ne eğlendik, ne eğlendik” denilebilir.

Seçkinlerin “tatilleri” hep rol-modeldir. Çokluk kültürel özgürlüğü beraberinde taşır ve “turizm” bu tatilin organize halidir. Seçim sizin: İnanç turizmi, sağlık turizmi, kültür turizmi, seks-eğlence, öyle ki alternatif sayısız. Açın katalogu beğenin. Nasılsa “boş saat özgürlüğü” güya elinizde.

“Müslüman Saati”nde boş vakit yoktur. Müminin kalbi saattir ve her an zikrullah ile meşgul olmaktadır.
Geçen haftaki yazımızda Ahmet Haşim’in ünlü “Müslüman Saati” başlıklı denemesinin kısmen sadeleştirilmiş metninin yarısını yayımlamıştık. Bu defa diğer yarısını veriyoruz:
“Bu Müslüman’ın eski mesut günü değil, sarhoşları, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günüdür. Unutulan eski saatler içinde eksikliği en ziyade hasretle tahattur edilen saat akşamın on ikisidir. Artık “on iki” solgun yeşil sema altında, ilk yıldıza karşı müezzinin Müslümanlara hitap ettiği, sokakların lâcivert bir sisle kaplandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o müessir ve titrek saat değildir. Akşam telâkkisinden koparak, gâh öğlenin hararetinde ve gâh gece yarılarının karanlığında mevhûm bir zamanı bildiren bu saat, şimdi hayatımızda renksiz ve şaşkın bir noktadır.
Yeni saat, Müslüman akşamının hüzünlü ve gösterişli dakikasını dağıttığı gibi, yirmi dört saatlik yabancı “gün”ün getirdiği geçim şekli de bizi fecr âleminden uzak bıraktı.
Başka memleketlerde fecri yalnız kırdan şehre sebze ve meyve getirenlerin ahmak gözleriyle ıstırap çekenlerin şişkin kapaklar içinden bakan kırmızı ve perişan gözleri tanır. Bu zavallılar için fecrin parıltıları, yeniden boyuna geçirilecek olan hayat ipinin kanlı ilmeğini aydınlatan bir ziyadır.
Hâlbuki fecir saati, Müslüman için rüyasız bir uykunun sonu ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır.
Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir. Kubbe ve minareleri o alaca saatte görmemiş olan gözler, taşa en ilâhî anlamı veren o muhayyirü’l-ukul mimârîyi anlamış değillerdir. Esmer camiler, fecrden itibaren semavî bir altın ve semavî bir çini ile kaplanır ve İslâm ustalarının bitmemiş eserleri o saatte tamamlanır. Bütün mâbetler içinde güneşten ilk ziya alan camidir. Bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir.
Şimdi heyhat, eski “saat”le beraber akşam da, fecir de bitti.
Birçoklarımız için fecir, artık gecedir ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolanmış, kıvranırken buluyor.
Artık geç uyanıyoruz. Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz.
Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor.

Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz.”

#Vakit