Öncelikle bu bir inanç ve zihniyet meselesidir. Sermaye-sanayi-endüstri-teknoloji çizgisinin inşa ettiği bir dünyada, onun kanunlarını koyduğu bir “hayat tarzı”nı yaşıyoruz.
Bu hayatı revize etmek, makul hâle getirmek veya ona İslâmî bir kılıf uydurmaya kalkmak havanda su dövmektir.
Bütün dünya aynı geminin içindedir, yahut bu yazıların diliyle “akıntıya” kapılmış gidiyor. Bu gidiş tatlı-zevkli-nefs-i emmareyi tatmin eden, gün bu gün diyen, öte dünyayı, Allah’ı, Peygamber’i tanımayan bir gidiştir.
İlerleyen (!) ilim, teknoloji, kalkınma (!) elbette bir zenginlik, bir refah doğurmuştur. Modern dünyanın imkânlarını kimse inkâr edemez.
Bu zihne sanayi dünyasının betonu dökülmüştür, hiçbir güç “o kafa”yı değiştiremez. Son iki dünya savaşı biraz sarsıntı yaptı; “Bu dünya absürt (saçma) bir dünya oldu, yeniden varolmak için ne yapmalı, bunalıyoruz” diyenler oldu ama kısa sürdü bu. Savaşın dümdüz ettiği medeniyetin (!) (zenginlik-kalkınma-refah) yıkıntıları üzerine ABD’nin parıldayan yıldızı düştü. Yeni bir hayata başlansın diye yardımlar yetişti, dahası yeni bir “hayat tarzı” getirildi. “Amerikan rüyası”. Yıkılan “medenî dünya” yeniden ayaklandı. Ve bu defa “tekrar aynı yıkımı yaşamayalım” diyerek işi BM’ye, Güvenlik Konseyine, naylon çoraba, margarine, Rock and Roll’e, Marilyn Monroe’ya, uçak gemilerine, Coca Cola’ya, nükleer başlıklara, aya seyahate bağladılar. (Amerikan yüzyılının sonu diyorlar. Benim kastım o değil. Bir “hayat tarzı”nın sürüp gitmesidir).
Varsın varlıktan pay alması yasaklanan dünyada dakikada bir çocuk açlıktan ölmüş olsun, kimin umurunda.
Peki, kardeşim işler tıkır tıkır olmasa dahi iyi-kötü gidiyorken, bazıları “Mars’a yerleşme” hayalini kuruyorken nereden çıktı bu “Toprağa dönüş”.
Gözümüzü ABD seçimlerine* ve Dolar’a dikmiş bekliyoruz. Bırakın, bizi ve dünyayı bu cendereden çıkaracak fikriyat için biraz kafa yoralım.
Toprağa dönüş, sanaldan doğala dönüştür. İnkardan imana dönüştür.
Üzerimize farz olan “Kainatın kitabını okumak” ancak tabiatla dost olan bir kalbin akletmesidir.
Topraktan geldik, toprağa döneceğiz.
Olur, olur. Niçin olmasın? Hz. Nuh zamanında 300 yıl ömür vardı, ama tufandan bir avuç kişi kurtulabildi.
“Toprağa dönüş” günümüzün sloganı ile “Hemen şimdi” olamaz. İkna olan zihinler için dahi uzun bir süre ister. Ama bakalım yaşlı dünya bu süreyi verecek mi? Bu “düşünce” taraftar bulacak mı? Gerçi şimdilerde bir avuç insan hakkı teslim ediyor. Doğuda-batıda gidişatın iyi olmadığını söylüyor. Meselâ “Küçük güzeldir” diyor, “Yavaşlayın” diyor, organik gıda, su değirmeninde öğütülen zehirlenmemiş buğdayın ununu istiyor ama bütün bunlar sinek vızıltısı.
Evet, sanayi-endüstri-teknoloji çizgisi bir bölük insanı konfora kavuşturdu. Ama onlar rahat mı? Tükenmişlik sendromu, depresyon falan-filan yok mu? Nükleer silah depoları yüzünden uykular kaçmıyor mu, diken üstünde yaşanmıyor mu? Üçüncü dünya savaşı beklenmiyor mu? Olsun. Zafer biraz da hasar ister.
O “zafer” sizin olsun. Biz toprağa dönelim, çiçek-böcek, kurt-kuş ile Yaradana kul olalım. Toprağı, suyu, havayı sizin tasallutunuzdan, zenginlik hırsınızdan kurtaralım onlar bize yeter.
Böyle deyince hemen itiraz geliyor. Dünya küçüldü. Sizi rahat bırakmazlar, o temiz toprağınıza el koyarlar.
Sıkar biraz. Koca ABD’nin iki metre boyundaki askerleri bir karış Vietnam askeri karşısında tutunamadı. Kıçına baka baka gitti. Elli yıldır “Vietnam Sendromu”ndan kurtulamadılar.
Ama Vietnam’ın da silahı vardı. Toprağa dönünce silahı nerden bulacağız, hani sanayi-hani teknoloji?
“Devrim” önce zihinde gerçekleşmeli.
Bu zihnî devrimin ilmî-fikrî yükünü bir önceki yazımızda ulema ile akademyaya yüklemiştik. Peki, biz ne yapacağız?
* Bu satırları yazarken ABD seçimleri henüz neticelenmemişti.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.