Hitler severlik konusunda arşiv gerçekten "kabarık"

00:008/05/2010, Cumartesi
G: 3/09/2019, Salı
Kürşat Bumin

Anayasa değişikliğine ilişkin tartışmalardan başımızı kaldıramadığımız bir dönemde ortaya bir de İsmet İnönü ve Hitler''in karşılaştırılması mevzuu çıktı.İsterseniz yazıyı geliştirmeden bu son tartışma konusuna ilişkin genel bir değerlendirme yapalım:CHP Genel Başkanı''nın yaptığı benzetme haddinden fazla münasebetsizdir. Nereden çıktı şimdi bu Churchill ve Hitler benzetmeleri, başka işimiz mi kalmadı.Başbakan''ın Baykal''a cevaben yaptığı benzetme de yersiz doğrusu.Hitler ile İsmet İnönü''nün -bir

Anayasa değişikliğine ilişkin tartışmalardan başımızı kaldıramadığımız bir dönemde ortaya bir de İsmet İnönü ve Hitler''in karşılaştırılması mevzuu çıktı.

İsterseniz yazıyı geliştirmeden bu son tartışma konusuna ilişkin genel bir değerlendirme yapalım:

CHP Genel Başkanı''nın yaptığı benzetme haddinden fazla münasebetsizdir. Nereden çıktı şimdi bu Churchill ve Hitler benzetmeleri, başka işimiz mi kalmadı.

Başbakan''ın Baykal''a cevaben yaptığı benzetme de yersiz doğrusu.

Hitler ile İsmet İnönü''nün -bir ara benzer kesimli bıyık kullanmalarına rağmen!- aynı “töz”den oldukları iddia edilebilir mi?

Dolayısıyla bu benzetme şöyle bir akıl yürütme üzerine kurulu sanki:

Bütün diktatörler Hitler''dir

İsmet İnönü de bir diktatördür

O halde İsmet İnönü, Hitler''dir

Güzel, mantıksal açıdan önermeler arasında kurulan ilişki sağlam ama dikkat ederseniz öncüllerimizden ilki “içeriği”, daha doğrusu “gerçeklik” açısından fire veren bir yapıda.

Yani, İsmet İnönü, hayatının bir dönemini diktatör olarak geçirdiği doğru ise de bir Hitler değildir.

Çünkü, “Yahudi soykırımı” nasıl tek (emsalsiz) ise, bu soykırımı gerçekleştiren Hitler de aynı derecede emsalsizdir. Bu bağlamda bir başka Stalin de Hitler değildir.

Dünyada dün de bugün de “diktatör” çok. Dünküler gibi bugünkü diktatörler de birer Hitler değildir.

O halde bir adım daha ilerleyip şu soruya cevap arayalım:

İsmet İnönü''nün Milli Şef''lik döneminde başında bulunduğu Tek Parti içinde Hitler''e ve onun totaliter sistemine sempati besleyenler yok muydu?

Sorunun cevabını uzatmaya gerek yok herhalde; tabii ki mebzul miktarda var idi.

Yönetimi altında yaşamak talihsizliğine eriştiğimiz Tek Parti, gerek uygulamaları (1934 Trakya Olayı, Varlık Vergisi, İskan Kanunu vs) gerekse bazı ideologları bakımından (Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt vs.) muhakkak ki Nazi Almanyası''nın cazibesine iyiden iyiye kapılmıştı.

Medyayı, daha doğrusu o günlerdeki adıyla “matbuat”ı hiç hatırlatmıyorum. Nadir Nadi (ki kendisi de hayatının bir döneminde söz konusu “cazibeye” iyiden iyiye kapılmıştı) Perde Arkası adlı kitabında şöyle diyor: “Başka bazı ideolojilere sempati duyan yazarlar, Milli Şef''ten esirgemedikleri saygının gölgesine sığınarak ya komünizmi, ya da faşizmi övmeye bakarlardı…”

Sanırım bu konuyu da uzatmaya gerek yok. Dönemin “Türkçü” yayınlarından ünlü Cumhuriyet Gazetesi - Serteller mücadelesine kadar nice örnek mevcut.

Ancak burada önemli olan husus, Nazi Almanyası''nın büyüsüne kapılanların sadece dönemin CHP''sinin ideologları ile partinin çizgisinden çıkmayan gazetelerin yazarlarıyla sınırlı kalmamış olmasıdır.

Yani daha açıkçası, dönemin bugün “muhafazakar” ya da “İslamcı muhafazakar” ya da “milliyetçi muhafazakar” olarak nitelenen birtakım yazarları da zamanında Hitler karşısında çok iyi duygular beslemişlerdir.

Demek ki eldeki “dosyalar-arşiv” gerçekten “kabarık”tır.

Bu hususu yakınlarda yayınladığı son kitabı (“Tanrıdağı''ndan Hıra Dağ''na”) dolayısıyla kendisiyle yapılan bir röportajda, değerli yazar Beşir Ayvazoğlu, şöyle dile getiriyor:

“Sovyetler Birliği''nin ağır baskısı yüzünden bazı muhafazakârların bile Nazi Almanya''sına, dolayısıyla Hitler''e sempatiyle baktıklarını unutmamak lazım.”

İsterseniz ben lafı fazla uzatmayıp, yazının son bölümünü “muhafazakar” camianın iki yazarının Hitler''e nasıl baktıklarını, yazılarını zevkle okuduğunuza inandığım yazarımız Dücane Cündioğlu''nun iki yazısından alıntılayacağım satırlara bırakayım.

Cündioğlu, 2004 yılında peş peşe iki yazı yayımlamıştı. Birinci yazı “Peyami Safa ve Hitler”, ikincisi “Nurettin Topçu ve Hitler” başlıklarını taşıyordu.

Birinci yazı, biraz önce adını andığım Nadir Nadi ve Niyazi Berkes''in kitaplarından yapılan alıntılardan hareket ediyordu.

Nadir Nadi anlatıyor: “Führer''in söyleyeceği büyük nutku bütün Alman istasyonları verecekti. Biz arkadaşlar matbaada toplanmış, Danzig''de yapılan muazzam töreni radyodan dinliyorduk. Mızıkalar, marşlar, coşkun bağırışmalar arasında Hitler söze âğaz eyledi. (…) Sıkıldığım için radyonun başından ayrıldım. Odama gitmek üzere kapıyı açarken, tek kelime Almanca bilmeyen Peyami''yi bir köşeye büzülmüş, heyecandan yüzü sapsarı, kendini kaybetmişcesine, parazitlerin daha da bozduğu o histerik sesi dinler gördüm….”

Arkası da var ama bu kadarı yeter herhalde.

Cündioğlu''nun ikinci yazısına gelince: Yazar bu yazıda da İsmail Kara''nın Dergâh dergisi için kaleme aldığı “Bir Kâseden Bin Neşve Peydâ” adlı yazısında yer alan Nurettin Topçu tasviri ile başlıyor.

Yani şu tasvirle, Cündioğlu''nun “yazının en netameli kısmı” olarak nitelediği şu satırlarla:

“Uzunlamasına küçük bir oda. Camekân kısmında büyükçe ve güzel bir Akif fotoğrafının yer aldığı alttan çekmeceli bir büfe, pencerenin karşı davarında alt kısmı çift kapaklı ahşap mütevazi bir kütüphane (…),ciltsiz kitapların çoğu kırmızıya çalan kağıtlarla kaplı, bu duvarda Hüseyin Avni Ulaş''ın, pencere tarafındaki duvarda Hitler''in fotoğrafı asılı….”

Peki bu şaşırtıcı manzara nasıl açıklanmalı?

Açıklamayı da yine İsmail Kara yapsın:

“Hafızam beni yanıltmıyorsa yazılarında Hitler hiç geçmiyor, ne müsbet, ne de menfi olarak. (…) Bana kalırsa, Hitler''in Alman idealist ruhuyla meczolmuş iradesine, hareket adamlığına ve mücadele ezmine hayranlık besliyor olmalıydı. Nurettin Bey''de dinî, siyasi ve ahlâkî vecheleri olan derin/felsefi Yahudi düşmanlığı, bunun paralelinde kuvvetli bir kapitalizm ve masunluk karşıtlığı vardı; dönemsel unsurlar yanında belki bunlar da hayranlığı besliyordu…”

Yazı -tabii ki- bundan ibaret değil. Kara''nın bu yorumuna Cündioğlu''nun eklediği yerinde değerlendirmeler de var. En iyisi -meraklıları için tabii ki- yazıların tamamına ulaşmak.

Söylendiği gibi arşiv gerçekten kabarık, el atılmayı bekliyor.