Lafın burasında duraksıyor şeyh efendi. Belki de gençliğinin Ohri'sini getiriyor gözünün önüne. Anlatıyor sonra: 'Bilirsin nedir? Azınlık olmak zordur. Buralarda eskiden hep tekkeler, camiler doluymuş. 1950'lerde çarşıdaki camide her vakit varmış iki saf sarıklı imam. Şimdi? Camimize imamı sağ olsun Türkiye yolluyor. Yoktur imamlık edecek insanımız. Çünkü neden? Gider herkes.'
Lafın burasında da duraksıyor biraz. Belli ki bu can acıtıcı gerçeği her anlattığında biraz daha büyüyor endişeleri. Nefesleniyor, kahvesinden bir yudum alıyor. Anlatmaya devam ediyor: 'Eskiden varmış Mevleviler, Bektaşiler, diğer tarikatlar. Şimdi yalnız biz Halvetiler kaldık burada. 1720'den beri savaş olsun, barış olsun her sabah namazında zikrullah vardır. Allah bu zikirlerin devamını nasip etsin.'
Şeyh efendinin bu duasına yürekten 'amin' diyoruz. Artık destur alma vakti geldi. Lakin şeyh efendinin bir cümlesi daha varmış. Şöyle diyor: 'Allah zeval vermesin Türkiye'ye. Gözümüz kulağımız hep ordadır.' Bu duaya da 'amin' deyip çıkıyoruz tekkeden.
Tekkenin girişinde tarikat büyüklerinin kabirleri var. Fatihalarımızı okuduktan sonra Numan, duvara asılı bir tarikat sancağı gösteriyor. 'Aslı şu köşededir, bunu Tuğrul İnançer yaptı. Aslının aynısıdır' diyor. Gayriihtiyari gülümsüyor ve şunu diyorum: 'Acaba Tuğrul İnançer'in Balkanlar'da çivi çakmadığı, sancağını yapmadığı, erkanını düzeltmediği, şeyhiyle kucaklaşmadığı bir tekke kaldı mı? Biz hep Sarı Saltuk'u anlatıyoruz herkese. Balkanlar'a nasıl hizmetler ettiğini naklediyoruz. Fakat işte bugün, Balkanlar'da hangi tekkeye gitsek karşımıza Sarı Saltuk gibi çıkan isimler var.'
Bomboş Ohri sokaklarında yürüyoruz üç arkadaş. Hava aydınlanmış elbet. Gözü olana gün ışımış.
Birazdan insanlar sokakları doldurmaya başladıklarında anlayacağız buranın Makedonya'ya ait bir şehir olduğunu. Kimseye görünmeden çıkmak lazım şehirden. Çünkü şimdilik, bir gölün hemen kenarına kurulmuş Safranbolu'nun ikizi bir Osmanlı kentinde, bir tekkeden çıkmış üç tuhaf derviş olarak geçiyoruz kayıtlara. Böylesi daha iyi.
Cuma namazını Nazire Camii'nde kılmak
Nerden estiyse, arkadaşım Tunay Ece 'yarın Arnavutluk'a gidelim mi?' diye sordu. Hiç duraksamadan 'peki' dedim. Cuma sabahı, Strugalı bir Arnavut olan Nasi'nin ile pazarlığımızı yapıp atladık arabasına.
Struga-Tiran 120 kilometre. Hani Türkiye'de olsak yaklaşık bir saatlik bir mesafe. Fakat Balkanlar'da yollar genel olarak çok kötü olduğundan Nasi uyardı 'rahat olun abi, iki buçuk saat yolumuz var.'
Biraz sohbet, biraz çevreyi izleme falan derken uyuyakalmışız ikimiz de.
Tatlı mı tatlı bir Kur'an sesiyle uyandım. 'Nerdeyiz Nasi' diye sordum. 'Elbasan'dayız abi, burada kılalım mı Cuma'yı' dedi. 'Kılalım tabii' dedim.