Diyalog, birlikte yaşama, hayat hakkı tanıma mı, ayrımcılık ve soykırım mı?

04:008/12/2024, Pazar
G: 8/12/2024, Pazar
Hayreddin Karaman

Suriye’de yönetim ve harita değişiyor gibi, Sünnî Müslümanların elde ettikleri elde kalırsa -ki, inşallah kalır- meşhur deyişle yetmiş iki buçuk fırkanın yaşadığı bir coğrafyada hâkim unsur Sünîlerin, diğerleri ile ilişkisi nasıl olacak, nasıl olmalıdır? Diyalog, birlikte yaşama, insan hak ve hürriyetlerine riayet mi, ayrımcılık, ve soykırım mı? Sorduğum soruya, 2006’dan önce yazdığım ve Hayatımızdaki İslam-2 isimli kitabımın 2006’daki internet baskısında yer alan “diyalog” konusundaki yazımdan

Suriye’de yönetim ve harita değişiyor gibi, Sünnî Müslümanların elde ettikleri elde kalırsa -ki, inşallah kalır- meşhur deyişle yetmiş iki buçuk fırkanın yaşadığı bir coğrafyada hâkim unsur Sünîlerin, diğerleri ile ilişkisi nasıl olacak, nasıl olmalıdır?

Diyalog, birlikte yaşama, insan hak ve hürriyetlerine riayet mi, ayrımcılık, ve soykırım mı?

Sorduğum soruya, 2006’dan önce yazdığım ve Hayatımızdaki İslam-2 isimli kitabımın 2006’daki internet baskısında yer alan “diyalog” konusundaki yazımdan kısımlar aktararak başlayacağım; bu arada beni diyalogcu ilan edenler, nasıl bir diyalogdan yana olduğumu da -istiyorlarsa- anlamış olurlar:

Bahsettiğim yazımda diyaloğun mana ve maksadını şöyle açıklamıştım: “Farklı inanç, dünya görüşü ve hayat tarzına sahip fertler ve gruplar arasında yapılan buluşma ve görüşmelerin birden fazla amacı vardır; bunlardan bazıları da şunlar olabilir:
1.
Birbirlerini tanımak, doğru bilgi sahibi olmak,
2
. Biri diğerini ikna ederek kendi inancına ve hayat tarzına insan kazanmak,
3
. Gruplar arasında veya bütün dünyada mevcut ortak problemlerin bir kısmını çözmek, bütün taraflar için faydalı olacak bazı eylemlerde işbirliği yapmak...”

Başka yazılarımda, geçmişten günümüze, bu maksatlara da örnek teşkil edecek diyalog uygulamalarından söz ettim, örnekler verdim. Ancak geçen günlerde izlediğim bir tv programında diyaloğa karşı olanların, daha çok, 1962-1965 yıllarında yapılan II. Vatikan Konsili’nden sonra Papalığın adını koyduğu, kavramlaştırdığı ve uygulamaya başladığı diyalog üzerinde durduklarını fark ettim… Bu konuda TDV İslam Ansiklopedisi’nin Konsil ve Hristiyanlık maddelerini okumalarını ilgi duyanlara tavsiye ederim. Oradan birkaç pasaj:

“Kapsayıcı yaklaşımın (kurtuluşun Yahudilik, İslam gibi diğer ilahi dinlerle de olabileceğinin kabulünün) doğurduğu bu problemler karşısında Papalık Dinler Arası Diyalog Konsili, 1984 ve 1991 yıllarında iki doküman neşretme gereğini duymuş... bu dokümanlarda misyonerlik açısından diğer dinlerle ilgili resmi tutum belirlenmiştir” (17/359).

“Katolik Kilisesi, diğer dinlerin mensuplarıyla birbirini tanımak ve inancı paylaşmak için diyaloğa girmek durumundadır. Çünkü kilise bütün insanlık içindir; dolayısıyla diyalog, bütün insanlığı kurtuluşa ulaştırma diyaloğudur. Katolik Kilisesi, dinler arası diyaloğu, Hristiyanlaştırma misyonunun bir âleti olarak kullandığını açıkça belirtmekten kaçınmamıştır”(s.360).

“Bu yüzden Yahudiler, kilisenin diyalog yaklaşımına daima şüphe ile bakmışlardır” (s. 361).

Papalık kapsayıcı yaklaşımı benimsemekle beraber “Hristiyanlığın tek gerçek kurtuluş dini olduğu iddiasından vazgeçmemiştir. Diyaloğun, Hristiyan öğretisi çerçevesinde ‘kurtuluş diyaloğu’ olduğunu açıklayan Papalık Dinler Arası Diyalog Konsili, Hristiyan mesajının diğer kültürler içinde enkarnasyonu (diğer kültürlerin bünyesine sokularak hayat bulması ve yayılması) anlamına gelen enkültürasyonu teşvik etmiştir” (s. 363).

Yukarıdaki alıntılar, papalığın diyalogdan maksadının misyonerlik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ben de yukarıda, “Biri diğerini ikna ederek kendi inancına ve hayat tarzına insan kazanmak” ifadesiyle bu maksadı açıklamıştım.

Hristiyanlığın vazgeçemeyeceği vazifelerinden biri misyonerlik; yani bütün insanları Hristiyanlaştırmak için çaba göstermektir ve bunu da asırlardan beri yapmaktadır. Buna rağmen Müslümanlar onlarla diyalog içinde olmuşlar, “Hristiyanları Müslümanlaştırmak” amacı da dâhil birçok maksatlarla bir araya gelip görüşmüş, tartışmış, ortak bazı işler tutmuşlardır. Bugün yurt dışında yaşayan dindaşlarımız yoğun bir misyonerlik taarruzu karşısında bulunuyorlar ve oradaki din rehberlerimiz çeşitli maksatlarla Hristiyan din adamlarıyla bir araya geliyor, diyaloglar yapıyorlar.

Bu noktada önemli olan husus, “kırmızı çizgilere dikkat etmek, dengeyi bozmamak, kâr-zarar hesabını iyi yapmak”tır; eğer bu çeşit diyalog İslam’ın ve Müslümanların menfaatine değil, zararına olursa zinhar ondan uzak durmaktır.

Müslümanlar, “Dinler arası Diyalog İçin Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olmak üzere” diyaloğa girmezler, kendi davalarının şuurlu bir “misyoneri: davetçisi, tarafı” olarak diyaloğa girerler.

Evet, Yahudiler ve Hristiyanlar, kendi dinlerine girmemiş kimselerin din ve inançlarından hoşnut olmazlar, ama onlar içinden İslam’a girenler hoşnut olurlar, ayrıca taraflar birbirlerinin inançlarından hoşnut olmamakla beraber dünyanın bazı problemlerine ortak çözüm aramayı isteyebilirler.

Sonuç yerine şunu söyleyebilirim: Diyalog zorunludur, kendi duvarlarımızın içine hapsolarak, tebliğ başta olmak üzere, İslam’ın çağdaş temsilini gerçekleştiremeyiz, oyunlara müdahale edemeyiz; ama oyuna gelmemek, pirinç peşinde iken eldeki bulguru da kaybetmemek için azami titizliği göstermek de ayrı bir vecîbedir, vazifedir.

Suriye’ye hâkim olan Sünnîler, ötekilerle diyalog içinde bir arada yaşamak durumundadırlar.

Gelecek yazıma buradan devam edeceğim inşallah.

#Suriye
#diyalog
#Hayreddin Karaman