“Yaralarınız İyileşti mi?”

03:004/05/2016, Çarşamba
G: 13/09/2019, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

Dile düşen ne varsa artık olmadığı içindir.



“Birlikte yaşamak” mesela?



Hayatın değişen çehresini, zamanın ve mekanın farklılaşan yapısını görmek istemeyenler birden karar verdi. Biz artık birlikte yaşamıyoruz. Birlikte yaşayamadığımıza göre birlikte yaşamanın gramerini yeniden yazmamız gerekiyor.



Hakikaten öyle mi?



Meseleyi bir öykü üzerinden takip etmek istiyorum. Hem de bu vesile ile sizleri genç bir öykücü ile tanıştırmak istiyorum.



Öykücümüz Mustafa Başpınar, kitabının adı: Annemin Gözleri.



Annemin Gözleri adlı öykü kitabı 2016 Nisan'ında Dergah Yayınları arasından çıktı. Yazarı 1979 Tokat doğumlu. Tokat'ı görünce pozitif ayrımcılık yaptım ve masamda okunmak için bekleyen kitapların önüne geçirdim “Annemin Gözleri” kitabının önce ilk sonra son öyküsünü okudum. Son öykünün adı “Yaralarınız İyileşti mi?”



Öykünün anlatıcısı tıpkı yazarı gibi, Tokatlı ve Bitlis'in Hizan ilçesine tayini çıkmış bir öğretmen.



Güzel bir öyküde aradığım iki husus vardır. Okuyucuyu başka hayatlara yaklaştırması ve o başka hayatlara ait bilgi ve duyguyu estetik bir dil ile inşa etmesi.



“Yaralarınız İyileşti mi?” öyküsü bizi tayini Hizan'a çıkan ve kiralık bir ev bulamadığı için lokalde yaşayan sınıf öğretmeninin birbirinin tekrarı içinde geçen günlerine tanık ediyor. Ama sadece öğretmenin iç sıkıntılarına değil yaşadığı yerin sosyal dokusuna da tanık oluyoruz. Mesela Hizanlıların askeri garnizonun önünden geçemeyişleri... Sebebi garnizonun önünde bekleyen Raki adlı köpek: “Hizan'ın yerlilerini o kaldırımdan geçirmiyordu. Kokularından tanıyormuş yerli halkı.”



Hizan'daki her şey soğuk ve birbirinden kopuk gelmektedir tayini henüz çıkmış öğretmene. Aradığı sıcaklığı öğretmen arkadaşlarından görmesi de pek mümkün değildir. Yakınlık için kimliğini ortaya koymalı daha doğrusu birilerine yakın durarak yakınlık hakkını elde etmesi gerekmektedir. “Yakınlık hakkı” sadece ideolojik olarak verilmektedir öğretmenler odasında. Hangi sendikaya üye olduğu yakınlığın ya da uzaklığın sebebi olacaktır. Öğretmenimiz henüz stajyerdir ve hiçbir sendikaya üye değildir.



Masanın iki ucu kalabalık ortası boştur. Ortada tek başına hikayemizin kahramanı oturmaktadır. Başlangıçta “Doğuya gittikçe bana benzeyen her şeyden uzaklaşıyordum” diyen hikayemizin kahramanı.



Oysa sonradan tam da uzaklaştığı yerde kendine yakın olacaktır.



İnsanın kendine en yakın olduğu yer/zaman, bir aşkın içindeki çırpınışları değil midir?



Kasabada bir halk kütüphanesi olduğunu keşfedince renksiz, solgun günlerine ansızın can gelir öğretmenimizin. Kütüphanenin memuresi okumaya meraklı güzeller güzeli Hicran Hanım'dır.



Kütüphane ile kaldığı lokal arasında mekik dokumaya başlar öğretmenimiz. Kitaplar bahanedir. Maksat Hicran'ı görmektir. Hicran bir kurumda çalışan tek yerli kadındır.



Küçük bir kasabada Hicran'a söz olmasından da endişe ederek iade edeceği kitabın arasına duygularını dile getiren bir mektup bırakır. Mektubu karşılıksız kalmaz.



Hicran ile öğretmenin kitap üzerinden başlayan sohbetleri Tokat üzerinden devam eder her defasında. Hicran ince ince öğretmenin babasını, babasının işini, işinin bulunduğu hanı sormaktadır. Sordukları üzerinden yakınlaşmaktadır.



Bir gün Hizan'a Hicran'ın İstanbul'da yaşayan ağabeyi gelir. Niyeti bütün ailesini İstanbul'a götürmektir. Ağabeyin gelişi ile birlikte her şeyin rengi değişir. Sonu ağır bir dayakla bitecek olan bir değişme. Kasabanın karanlık bir noktasında hastanelik oluncaya kadar dövülür Tokatlı öğretmen.



Yaraları geçinceye, aldığı darbeler renk değiştirinceye kadar düşünür öğretmen, Hicran'ın hayatını zora sokmaktan korkarak düşünür. Sonunda istifa dilekçesini yazıp, hayata boş vermiş babasının yanına, bir boş vermiş olarak döner.



Hikayenin sonunu yazarına haksızlık olmaması için buraya yazmayacağım.



Bu hikaye ile birlikte yaşamak kavramını niçin eşleştiriyorum?



Kimliğiniz bu hikayeyi okuduğunuz yerdir.



Siz bu hikayeyi Tokatlı öğretmenin Bitlis Hizan'da istenmeyişi üzerinde okuyup meseleyi doğuda istenmeyen öğretmen olarak anlayıp “birlikte yaşayamamak” üzerinden değerlendirebilirsiniz.



Oysa bu geleneksel toplumların “kardeşime yan bakanı yaşatmam” refleksidir ve bu refleks dışardan gelenlere karşı en hızlı şekilde devreye girer. Öğretmen Tokatlı değil de Mardinli olsaydı da durum pek fark etmezdi. Belki kültürel olarak Mardinli öğretmen kütüphane memuresi ile mesafesini daha ketum bir şekilde ayarlamaya çalışırdı.



Etnik kimliklerimiz değil etnik kimlik arkasına saklamaya çalıştığımız hırslarımız yüzünden birlikte yaşamak dediğimiz şey bir sorun alanı haline gelmektedir.



Tokatlı öğretmen Bitlis Hizan'a değil de mesela Afyon Sinanpaşa'ya tayini çıkmış olsaydı da benzer tabloları yaşayacaktı.



Birlikte yaşamak hatıra biriktirmektir, aynı türküyü dinleyebilmek, aynı kitabı okuyabilmektir.



Hal böyle olunca aynı evi paylaştığımız aile bireyleri ile birlikte yaşayıp yaşamadığımızı da sorgulamamız gerekiyor.



“Oradaki” ile değil “buradaki” ile ne kadar birlikte yaşıyoruz?



#Annemin Gözleri
#Kütüphane